21 Ağustos 2010 Cumartesi

Ara


Şimdi ofisten çıkıyorum, eve gidip eşyalarımı topluyorum ve yarın da otele yerleşiyorum. İş sebebiyle futboldan ve blogdan bir süre kopuyorum, 31 Ağustos'dan önce de dönemem. Araya ancak bir PAOK maçı sıkıştırabileceğim.

Bakalım geri döndüğümde neler olmuş olacak..

20 Ağustos 2010 Cuma

PAOK 1-0 Fenerbahçe

.
Alınan skor iyi değil, en azından bir gol gelmeliydi ki bence sahada o golü hak edecek kadar oynanan bir futbol da vardı. PAOK'un taraftarıyla birlikte ilk 15-20 dakika Fenerbahçe'nin üzerine çökeceği belliydi. Aslında beklediğim kadar yoğun baskı olmadı. Fenerbahçe 1-2 kez açık verir gibi olsa da fena değildi ama yine de kalesinde golü gördü. Seken top PAOK’lu oyuncunun ayağına mükemmel oturdu ve Fenerbahçe mağlup duruma düştü. Rakip öne geçince daha sakin oynamaya başladı, Fenerbahçe de biraz toparlandı ama işin hücum tarafında Semih ve Alex etkisiz kalınca uzaktan atılan şutlar dışında rakibi fazla tehdit edemedi. İlk devrede PAOK’un yakaladığı net bir pozisyon daha var ama Antalyaspor’a karşı 1’i çizgiden olmak üzere iki golü çıkaran Gökhan Gönül yine sahneye çıktı ve mükemmel bir takip ile bir golü daha önledi. Bu gerçekten bambaşka bir çocuk, çok büyük bir futbolcu. Alex’den sonra kaptan olmasını çok istiyorum.
.
İkinci devreye Aykut Kocaman Semih yerine Niang ile başladı ki bu çok doğru bir hamleydi. Maçın hakemi insanı tedirgin ediyordu ve ilk devre Semih ile de sert bir diyaloğa girmiş, 1-2 pozisyon sonra da sarı kart göstermişti. Semih’in oyunda kalması kırmızı kart riskini arttıracaktı. Niang’ın beni etkilemesi için 45 dakika bile yetti, harika işler yaptı. Fenerbahçe forması altında düzgün bir forvet görmeyeli çok olmuştu, bu yüzden biraz ekstra etkilenmiş de olabiliriz ama Niang ile birlikte oyunun şekli gerçekten değişti, Alex de ikinci yarıda onunla birlikte çok daha iyi oynamaya başladı.
.
Fenerbahçe kırmızı karta kadar olan bölümde gayet iyiydi. Topa sahip oldu ve iyi bir pas trafiği kurdu. Her an golü atabilecek gibiyken kırmızı kart geldi ve PAOK 10 kişi kaldı. Bu dakikadan sonra kapanan rakibe karşı Fenerbahçe çözüm üretemedi. Yine pozisyonlar buldu ama olması gerektiği kadar değil. Son dakikalarda Papazoglou sahalarda kolay rastlamayacağımız ama Fenerbahçe taraftarının Güiza sayesinde çok alışık olduğu bir pozisyondan yararlanamadı. Bu maç iki farkla bitseydi çok yazık olacaktı. Bence ikinci devrede es geçilen biri net iki penaltı pozisyonu da var.
.

Dün öne çıkan isimler Gökhan Gönül ve ikinci yarıdaki performansı ile Niang oldu. Ben Mehmet Topuz’u da yine beğendim, onun iki maçtır sergilediği oyun beni memnun ediyor. Onu bir de nispeten zayıf bir rakibe karşı Emre ile birlikte orta sahanın göbeğinde görmek istiyorum. Bu arada ilk dün 11’de 7 Türk oyuncu vardı ve Emre sakat, Özer de kenardaydı. Buna rağmen İlhan haricinde sahadaki takım benim gözüme zayıf bir takım gibi gelmiyordu. Kaliteli Türk oyuncular bu sezon Fenerbahçe’nin en büyük avantajı olacak. Aykut Kocaman’ın şu an savunma bölgesi haricinde her türlü rotasyonu yapma şansı var.

Neticede tek farklı mağlubiyet çok kötü bir skor değil ama Aykut Kocaman’ın da maçtan sonra söylediği gibi tek farklı mağlubiyetlerin en kötüsü. Yine de PAOK beni Young Boys kadar tedirgin etmiyor, Saraçoğlu’nda Fenerbahçe savunmasına çok fazla bela çıkartabileceklerini düşünmüyorum ama tabii ki tedbiri elden bırakmamak lazım.

Fenerbahçe toparlanma aşamasında ve bu dönemde önemli oyunculardan yoksun oynamak zorunda kalması ise şanssızlık. Dün sahaya çıkan kadroda önemli eksikler vardı. Stoch, Emre, Dia ve hatta Niang takımın kapasitesini direkt etkileyen oyuncular. Ben ilk defa dün takımda bir ışık gördüm, aksaklıklar vardı ama düzelebilecek şeyler olduğunu düşünüyorum. Eksikler de döndükten sonra elde gayet iyi bir kadro olacak ve ben bu eksik oyuncuların da forma giyeceği ikinci maç için hiç karamsar değilim.

Bursaspor 0-3 Manchester United


Manchester United Bursa’dan 3 puanı elini kolunu sallayarak aldı ve ülkesine döndü. Her ne kadar Bursaspor’un 1-2 pozisyonu varmış gibi gözükse de sahaya dengeli ve iyi bir kadro ile çıkan United, büyük bölümü çok sıkıcı geçen maç boyunca oyunun kontrolünü elinde tuttu, istediği gibi oynadı ve rahat bir maç kazandı. Sahanın herhangi bir yerinde bir boşluk olduğunda anında o bölgeyi değerlendirdiler. Bunun karşısında Bursaspor’lu futbolcuların tek yapabildiği ise topun peşinde koşmak oldu ki istatistiklerde de rakipten daha fazla koştukları görülüyor. Maçın adamı benim için Paul Scholes. Ona büyük bir hayranlık duyuyorum.

Bu görüntüyü Bursaspor’un tecrübesizliğine değil yetersizliğine bağlıyorum. Sorun tecrübeyse ortada bir Twente örneği var, onların da bu ligdeki ilk senesi. Tamam ülke futbolunun durumu da ortada ama ben Bursaspor’un çok büyük işler başarmasa da bu yaptığından biraz daha fazlasını yapabileceğini düşünüyordum. Yine 4 maçı gol atamadan kaybedebilirlerdi ama en azından oynadıkları 4 maçta 10’ar dakika da olsa futbol adına bir şeyler gösterebilirlerdi.

Bir ufak da dün gecenin güzelliklerinden biri olarak anlatılan Bursa tribünlerinden bahsetmek lazım. Manchester United maçında bile hala Ankaragücü tezahuratı yapabiliyor olmalarına güldüm, bari burada eksik kalsaydı. Tribünlerde ufak boşluklar olmasına ise anlam veremedim. Gerçi bilet fiyatları hakkında bilgim yok ama ne olursa olsun şu maç için elde bilet kalmış olması bana garip geliyor. Her şeyi geçtim, United’ı izlemek için ben bile bu Fenerbahçeli halimle İnönü’ye giderken adam şu maça gitmiyor.

Maç boyunca tribünler çok sessiz ve etkisizdi. Üçüncü gol geldikten hemen sonra ise tribünler hareketlendi. O ortamı maç berabereyken ya da tek farklı gerideyken bile yaratsalardı belki bir şeyleri değiştirebilirlerdi. Kimse kusura bakmasın ama bu yaptıkları ise bence mastürbasyondan başka bir şey değildi. Belki biraz da reklam.

Auxerre 0-1 Real Madrid

Şampiyonlar Ligi maçları sonrasında eskiden bloglarda sanki daha çok yazı olurdu. Maçları izlemek artık iyice zorlaştı, izlenmeyen maçların da yorumu haliyle olmuyor. Ben Auxerre-Real Madrid maçını izleyebildim, kısaca maçı not edeyim. Aman bir yanlış anlaşılma olmasın, tabii ki D-Smart almadım. Evinde olan bir arkadaşıma misafir oldum. Çok da güzel bir maç olmadı, belki de gecenin en tatsız maçıydı. Sadece bu maçın yayınında, diğer maçlarda gol oldukça o tarafa bağlanıyorlardı, aksi takdirde Auxerre-Real Madrid maçını herhalde 90 dakika izleyemezdim.
.
Jose Mourinho’nun kadro tercihi merak ediliyordu, bir tek Benzema’nın yerinin garanti olduğunu söylemişti. Sahaya çıkan 11’de bazı değişiklikler vardı, Carvalho yerine savunmanın göbeğine Ramos geçmiş, ondan boşalan yeri de Arbeloa doldurmuştu ama asıl değişiklik orta sahadaydı. Di Maria ve Mesut kulübedeydi. Muhtemelen maçın Fransa’da olması sebebiyle de Lass ve Benzema bu iki oyuncunun yerine oynuyordu. İlk devre top hakimiyeti Real Madrid’deydi ama kötü bir futbol sergilediler. Özellikle Ronaldo rezaletti. Bir iki pozisyon buldular ama bunlar da organize atakların sonucunda gelmemişti.
.
.
İkinci devre Mourinho’dan beklenen müdaheleler gelmeye başladı. Önce Benzema’nın yerine Mesut girdi ve Real Madrid klasik formatına döndü. Oyunun şekli biraz daha değişti ama Lass, Xabi ve Khedira’dan oluşan orta saha ile üretken olmak için yeterli değildi. Zaten ben Lass’a o kadar dakika nasıl dayandığını anlayamadım, belki 10’dan fazla saçma sapan top kaybı yapmıştır. Sarı kartı gördükten sonra üzerine 1-2 faul yapınca Mourinho da dayanamadı ve onun yerine Di Maria’yı alarak Carvalho haricinde ideal 11’e dönmüş oldu. Oyunun gidişatını asıl etkileyen değişiklik de bu oldu. Baskı iyice arttı, Auxerre tamamen kapandı. Golün öyle ya da böyle geleceği hissediliyordu. Gerçi ani bir Auxerre hücumunda Pepe neredeyse kendi kalesine çok şık bir kafa golü atıyordu ama top direkten döndü. Bu pozisyondan sanırım 3-5 dakika sonra da Mesut’un ceza sahasına gönderdiği topa Di Maria’nın yaptığı net vuruş Real Madrid’e galibiyeti getirdi. 86. Dakikada, oyunun bitmesine uzatmalarla beraber 10 dakika gibi bir süre varken Higuain yerine diğer Diarra oyuna girince, kuponum yatacak olmasına rağmen Real Madrid’in gol yemesini istedim ama Aykut’u cezalandıran futbol oyunu ne yazık ki Mourinho’yu cezalandırmadı.
.
Espanyol ve Levante maçları ile beraber Real Madrid’i Mourinho ile izlediğim üçüncü maç bu oldu ve yine beğenmedim. Takımın tüm saldırganlığı gitmiş gibime geldi. Dün özellikle Ronaldo tanınmayacak haldeydi, ayakta duramıyordu. Yaptığı olumlu bir şeyi hatırlamıyorum. Kaydı düştü, yanlış tercihler yaptı, hatalı paslar attı ve çok farklı dışarı giden şutları oldu. Suratından ruh halinin de pek iyi olmadığı anlaşılıyordu. Bu halleriyle Barcelona’yı Pellegrini kadar bile zorlayamayabilirler ama neticede bahsettiğimiz takım Real Madrid, başındaki adam da Jose Mourinho. Mutlaka çok şey değişecektir.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Veda..


Geldiği ilk sezonda en iyi arkadaşlarım da dahil olmak üzere çok Fenerbahçe taraftarıyla tartışmama sebep oldu. Hep iyi oyuncu olduğunu düşündüm ve inatla onu savundum. Taraftarın onu rahat bırakmamasına, her maç homurtular altında oynamasına rağmen ayağa kalktı. Önce 100. yılda şampiyonluğu getiren golü attı, sonra da 2008’e damgasını vuranlardan biri oldu. Deivid o güzel takım için neredeyse Alex kadar önemliydi. Attığı jeneriklik gollerin dışında da çok önemli işler yapıyordu. Takıma katkısı sadece saha içiyle sınırlı da değildi, o takımın gülen ve güldüren yüzüydü. Belki de takımın en büyük neşe kaynağıydı.

Sonra başına gelenler malum.. Avusturya kampında ayağını feci şekilde kırması, sakatlığın haftası dolmadan annesini kaybetmesi ve cenazesine bile gidememesi.. Sonra da bir daha toparlanamadı.. Sakatlık dönüşü attığı gol ile birlikte o ağlarken onunla birlikte ağlayan sadece eşi değildi, tribünde birçok kişi o gözyaşlarına eşlik etti.. Geri dönüyor sandık ama olmadı, yapamadı..

2008’den sonra takıma neredeyse hiçbir şey vermemesine rağmen bugün çoğunluk onun arkasından iyi şeyler söylüyor ve gitmesi gerektiğinin çok farkında olmasına rağmen bir yandan da üzülüyor.. Çünkü Deivid giderken arkasında çok güzel şeyler, hatta yıllar sonra bile anlatılacak anılar bırakıyor..

Ben onun yaptıklarını hiç unutmayacağım.. Özellikle Chelsea maçında o mucizevi golü attıktan sonra tribünde ne hale geldiğimi, kendimi nasıl kaybettiğimi hep hatırlayacağım..

Yolun açık olsun Deivid de Souza..
Tüm emeklerin için teşekkürler..

PAOK - Fenerbahçe


Otobüs ile Selanik deplasmanı.. Düşünmesi gibi güzel ama ne yazık ki zirve yapan iş temposu bırakın deplasmana gitmeyi günde en fazla 3-4 saat uyumama izin veriyor.

Hem işlerin hem de yaz aylarının etkisiyle futbola kendimi hala tam anlamıyla verebilmiş değilim. O maç öncesi stresini bile pek yaşamıyordum ama bu PAOK maçı ile sanırım havaya giriyorum. Deplasmana giden otobüsten 1-2 haber duydum, bu sabah takımın Atatürk’ün evini ziyarete gittiğini öğrendim falan ve ufak ufak heyecanlandım. Sanırım bu sene ilk kez..

Galibiyet istiyorum, hem de çok..

Ayaklarına kuvvet..

17 Ağustos 2010 Salı

Mesut Özil --> Real Madrid


Ve Mesut Real Madrid'de. Buyrun işte, gurbetçi vatandaşların Türk milli takımını seçmemesi için bir sebep daha. Neyse, bu konuya girmeyeceğim, işin bu tarafında her şey çok açık zaten.

Bu transfere kendi adıma da Mesut adına da çok sevindiğimi söyleyemem. Real Madrid'i sevmiyorum, bundan sonra Mesut'u ne kadar gönülden desteklerim bilemiyorum. O yüzden çok sevinemedim. Mesut tarafına bakınca ise Mourinho gibi biriyle çalışacak olmasına rağmen bu transferin onun adına çok hayırlı olacağını düşünmüyorum.

Sanki arada 1-2 basamak atlamış gibi oldu, oysa kariyeri harika bir yönde ilerliyordu. Basamakları doğru bir hızla, sindirerek ve bir yandan da kendini geliştirerek çıkıyordu. Mesut henüz 22 yaşında ve artık Real Madrid'de oynayacak. Bundan sonra ne olabileceği ile ilgili hiçbir fikrim yok ama bence büyük risk aldı. Ben onun İngiltere'ye gitmesini ve orada potansiyelinin üzerine koymasını tercih ederdim. Tabii bir de şu var, transfer görüşmelerinde Mesut'un fikirleri ve tercihleri ne derece geçerli olmuştur onu da bilemiyorum.

Neticede her şeye rağmen ben de bu sezon Real Madrid maçlarını artık daha sıkı takip edeceğim ve bunun sebebi de Mourinho'dan çok Mesut olacak..

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 4-0 Antalyaspor

Ne yalan söyleyeyim şaşırdım ki herhalde çoğunluk da benim gibi şaşırmıştır. Aslında işler bu kadar kötü giderken Fenerbahçe’den istekli bir futbol bekliyordum ama maçın bu kadar kolay geçeceğini her şeye rağmen tahmin etmiyordum. İlk yarım saat ne izlediğimi idrak edemedim. Top rakipteyken basan ve mücadele eden, kaptığı topları da çok hızlı bir şekilde atağa dönüştüren ve organize hücum eden takım büyük keyif verdi. Özellikle üçüncü gol sadece Semih Alex ikilisi ile değil, öncesindeki pas trafiği ile de mest etti.
.
Bu görüntüde Fenerbahçe’nin iyi oyunu kadar Antalyaspor’un organize olmaktan uzak ve vasat halinin de payı büyüktü. Ne olduğunu anlayamadan kalelerinde dört gol gördüler. İlk devre böyle büyük bir skor avantajı gelince normal olarak Fenerbahçe PAOK maçını da düşünerek maçı antremana çevirdi ve kendini fazla sıkmadan maçı bitirdi. Maç 4 farkla bitti ama oyun rolantiye alınmasına rağmen en azından bir 4-5 gol daha çıkacak pozisyon gördük.
.
Gökhan Gönül’ün sakatlık sonrası göstereceği performansı çok merak ediyordum, harika döndü. Geçen sezon bile bu maçtaki kadar iyi bir Gökhan gördüğümü hatırlamıyorum. Bir sağ bekin yapması gereken her şeyi, hatta daha da fazlasını yapıyor. Durmadan, yorulmadan bindirme yapıyor ve savunma görevlerini de aksatmıyor. Dün biri çizgide olmak üzere iki golü çıkardı. Gökhan’ın bu performansında Mehmet Topuz’un da payı var, o da çok iyi oynadı ve Gökhan’la çok iyi anlaştılar. Sakatlık sonrası ilk maçında geçen sezondan da iyi bir görüntü vermesi çok sevindirici ama darbe sonucu yaşadığı sakatlık ise üzücü. Umarım ciddi değildir.
.

Alex hakkında bir şey söylemem, gerek yok. Attığı gol harika bir vücut koordinasyonunun eseri. Ben çoğunluğun aksine yeni transferler ile birlikte Alex’in bu sezon daha da iyi olacağını düşünüyorum. Kim bilir, belki de en sonunda bu sezon önünde gol atmayı beceren bir forvetle oynayacak. Semih ise 2008’in Semih’i gibi oynadı, keşke bu Semih’i geçen sezon da biraz görebilseydik. O zaman hem Fenerbahçe için hem de Semih için her şey çok farklı olabilirdi. Neyse, umarım bundan sonra bozulmaz.
.
Bu maça bakıp da her şeyi toz pembe gören kendini kandırır zira sahada özellikle ilk devre gerçekten kötü bir Antalyaspor vardı. Bu görüntülerinde Fenerbahçe’nin yaptıkları da etkili olmuş olabilir, iki takım adına da işin gerçeğini haftalar ilerledikçe göreceğiz. Ben bu maç öncesinde de karalar bağlamış değildim, Fenerbahçe’de ciddi eksiklikler var ama her şeye rağmen bence iyi bir kadrosu var. Özellikle kaliteli Türk oyuncuların Fenerbahçe için büyük avantaj. Bir de Güiza-Deivid ikilisinden biri yerine Bilica’yı rotasyon oyuncusu yapacak bir stoper alınırsa harika olacak.
.
Niang da geldi, forvet hasreti sona erdi. Neler yapacağını bilemiyorum, onun adına çok iddialı da değilim. Uzun uzun yorum yapamam, “şöyle etkili olur, böyle coşar” diye cümleler kuramam ama umudum fazla. Umarım hayırlı olur da uzun zamandır iyi bir forvetin özlemini duyan bizler biraz rahat ederiz.
.
Bu arada dün ilk kez yeşil sahada gördüm ve çok beğendim. Bence yeni çubuklu formalar Ülker reklamı haricinde mükemmel..

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Fantezi Futbollar


Sonunda futbol tekrar başlıyor. Liglerin başlangıcı benim işlerin fena olduğu bir döneme denk geldi ve bu ay sonuna kadar futbolun içine çok fazla girebileceğimi sanmıyorum.

Fantezi futbol oyunları için de planlarım vardı. Dünya Kupası sırasında oynadığımız oyun keyifli geçince bu sezon blogda hem Süper Lig hem de İngiltere için birer lig açmayı düşünüyordum ama hem fırsat bulamadığımdan, hem de her iki lig için de fantezi futbol ligleri açıldığından ben de burası için bir şey kurmaktan vazgeçtim. Onun yerine girdiğim liglerin kodlarını buradan söyleyeyim ki katılmak isteyenler oradan buyursun.

Süper Lig için Romantik Kanaryalar haricinde bir şey görmedim. Ntv üzerinden oynanıyor ve ligin şifresi de "roka".

Lig Tv'nin fantezi futbolu için de bir takım kurdum ama etrafta böyle açılmış bir lig göremedim. Lig Tv ya da Ntv fark etmez, fantezi futbol ligine katılımcı arayan varsa severek gelirim, yeter ki haber edin.

İngiltere için ise fantezi futbol ligini açabilecek en doğru insan açmış, Noat Samisa. Geçen sene sezon sonuna kadar işi götürmüştük, bu sezon da ben oradan devam edeceğim. Detayları burada bulabilirsiniz. Burada her hafta takım değiştirilmiyor, transfer hakkınız sınırlı. O yüzden tüm sezon boyunca götürmesi nispeten daha kolay oluyor.

Bir de Lambuja'nın açtığı Yahoo üzerinden oynanan bir EPL Fantasy var, onun da detayları burada. Yurt dışı olunca her hafta kadronun tamamen değiştirilebildiği fantezileri sevmiyorum ama zaman bulursam ona da gireceğim.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Türkiye 2-0 Romanya


Milli takımın hazırlık maçları hiç çekilmiyor. Arjantin-İrlanda maçı da özel maçtı ama bizim maçın yanında Dünya Kupası finali gibi kalıyordu. Bu Romanya maçı da yorumlanmaz, sadece Hiddink ve tercihleri üzerine bir şeyler söylenir. Zaten ben de biraz buna baktım ve İrlanda-Arjantin maçı ile dönüşümlü izlemeye geçiş yaptım.

Önce Erman Toroğlu&Ahmet Çakar A.Ş. hakkında da bir cümle edeyim. Çok yapmacıklardı, 90 dakika tiyatro oynadılar. Aslında doğal olduklarında zaten çok komik oluyorlar ama böyle çok sinir bozdular.
.
Maçın hangi saatte oynanacağını maç başladıktan 3-5 dakika sonra öğrendim, o kadar kopmuşum. Televizyonu açıp stadı görünce de Saraçoğlu'nda oynandığını hatırladım. Yoksa bu maça gitmek ve Hiddink'e hoşgeldin demek isterdim. Aurelio'yu tekrar görmek de güzel olurdu. Tribünler keşke biraz daha dolu olabilseydi ama Ramazan'ın ilk gününde iftarın yarım saat sonrasında oynanan bir maç için de fazlası beklenemez. Organizasyonu bu şekilde yapanlar maçın boş tribünler önünde oynanacağını tahmin etmişlerdir ama herhalde bir rahatsızlık duymuyorlar.
.
İlk 11'de Mevlüt ve Nuri'yi görmek hoşuma gitti ve sahada hoşuma giden bir kadro vardı. Necip'in dışarıda kalması çok tartışıldı, ben de düşünmeden kadroya alırdım ama normal şartlarda kadroda olmaması gereken İsmail de bugün sahadaydı. Aslında bu iyi bir şey. Demek ki doğru ya da yanlış, Hiddink'in kafasında bir şeyler var. Ben bu kadroyu sadece Oğuz'un seçtiğine de inanmıyorum. Evet Gökhan Zan var, Kazım var ama belki Hiddink de bir anda her şeyi yıkıp baştan yaratmak istemiyor. Ya da ne bileyim, belki de sadece henüz işin başındayken ufak hatalar yapıyor.
.
Hatta şöyle de düşünülebilir. Kadroyu Oğuz yapıyor olsaydı bu seçimleri yapmazdı çünkü o bu ülkede yaşıyor ve neyin eleştirileceğini, Gökhan Zan ve Kazım gibi isimlere nasıl tepkiler verileceğini çok iyi biliyor. İlla ki bunun etkisi altında kalırdı. Hiddink'in ise bu yönde hiçbir fikri yok, oyuncuların çoğunu tanımıyor bile. Amerika kampını saymıyorum çünkü Hiddink orada misafir sanatçı gibi takılıyordu. Belki de öncelikle bir süreliğine büyük ölçüde aynı oyuncularla devam etmek istiyor ve kendi istediklerini yapamayanları, ona yetmeyenleri yavaş yavaş dışarıda bırakmayı düşünüyor. Kim bilir, belki de Necip için çok başka planları var. Hiddink'in Kazakistan maçı için yapacağı tercihleri gördükten sonra daha doğru yorumlar yapılabilir.
.
Fatih Terim'i abuk sabuk argümanlarla savunan Galatasaraylılar gibi olmak istemiyorum ama neticede bu adam Guus Hiddink. Yukarıda söylediklerim tamamen yanlış olabilir ama ben pozitif düşünmeye, iyi şeyler görmeye çalışıyorum. Herkese de bunu tavsiye ederim çünkü Hiddink bu ülke için önemli bir şans. Biz Fenerbahçeliler zamanında kıymetini bilemedik, bu kez farklı olsun istiyorum.

6 Ağustos 2010 Cuma

PAOK



Zor kura, hem de olabilecek en zoru. Aykut Kocaman da gerçekten çok şanssızmış, her şey onun için çok ters gidiyor. Neyse, maç zamanı gelsin de o zaman detayları konuşuruz. PAOK hakkında karşıma çıkan bu detayı paylaşayım da havaya girelim.


Panthessalonikian Athletic Club of Constantinople

In 1926 established PAOK which translated means the Panthessalonikian Athletic Club of Constantinople, retaining the symbols of their “Greekness”, the twin-headed eagle of the Byzantine empire combined with mourning black to symbolize the tragic history of the greeks in Turkey and white, the colour of optimism, a window onto the future, symbolizing their struggle for tomorrow and the victories they intended to win.

Özetleyecek olursak çift başlı kartal Bizans'ı, siyah renkleri Türkiye'de yaşamış olan Yunan vatandaşların "trajik" tarihlerini, beyaz renk ise umudu ve gelecekte kazanmak istedikleri zaferler için yaptıkları mücadeleyi sembolize ediyormuş..

Kendilerine sevgilerimizi sunuyoruz ve "Constantinople" değil, "İstanbul" diyoruz..

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 0-1 BSC Young Boys


Önce hemen şunu söyleyeyim, Young Boys tahmin ettiğimiz kadar kötü bir takım değildi. Ben de dahil birçok kişiyi yanılttı. Fenerbahçe’ye göre çok daha takım ve çok daha hazır olan taraf iki maçın sonunda hak ederek turu atladı.

Aralık gibi 5-6 aylığına yok olacağım. Bu yüzden bu sezon kombine almadım ve iyi ki de almamışım. Daha ilk maçın ilk yarım saati dolmadan çevremdekilerle kavga edecek duruma gelmiştim. Stadda gergin, çirkin ve çok zor bir ortam var. Fenerbahçe’nin ilk iki maçını boş tribünler önünde oynayacak olması bu kez avantaj olacak.

Saha içi ile ilgili söyleyecek fazla bir şey yok, iki maçta da yetersiz bir takım gördük. Ben saha içi sorunların aşılacağına, eksiklerin ve transferlerin takıma katılmasıyla iki maçtır gördüğümüzden çok farklı bir Fenerbahçe izleyeceğimize inanıyorum. Bu takımın iyi bir iskeleti vardı, takviyeler yapıldı ve daha da yapılacak ama henüz Aykut Kocaman’ın katabildiği bir artı yok. Oysa yeni bir teknik direktör geldiğinde işler kötü gitse de sahada o teknik direktöre ait farklı bir şeyler görülür. Mesela en kötü hatırlanacak takımlardan biri olan Aragones’in takımında bile en azından değişik duran top organizasyonları görürdük. Daum’un takımı çok koşardı, Parreira’nın takımı sabırlı oynardı ya da ne bileyim, Zeman’ın 4-3-3’ü vardı. Ama Aykut Kocaman’ın takımında henüz ona ait bir şey göremiyoruz. Sistem değişikliğinden bahsetmiyorum, geçen sezon izlediğimiz futbolda ciddi değişiklikler olması gerektiğini de söylemiyorum ama en azından “Aykut ile şurada şu olmaya başladı” gibi bir cümle kurabilmeliydik. Her şeye rağmen bunu da çok kötü geçen, takımın yarısının yer almadığı hazırlık kampına bağlıyorum ve saha içindeki sorunların düzeleceğine dair umudumu devam ettirebiliyorum.

Sahanın dışında olanlar canımı çok daha fazla sıkıyor. Dün eve geldiğimde yine çok üzgün ve bitik durumda değildim. Niye? Çünkü dünün birebir aynısını daha önce yaşamıştım. Mesela Trabzonspor maçı sonucundan da Denizli deplasmanına kıyasla çok daha az etkilenmiştim. Çünkü ne de olsa daha önce de son maçta şampiyonluk kaybetmiştim. Bir sonraki sezon başına transferler yetişmeyince yine çok zayıf bir kadroyla oynamak durumunda kalıp Kiev’e elenmiştik ve o eşleşmenin ikinci maçı biter bitmez dün olduğu gibi Saraçoğlu’nda yine “yönetim istifa” sesleri duymuştum. O sezonun 14 Şubat’ında Alex Kadıköy’de yuhalanmıştı. Kim bilir, dün devrede oyundan alınan Alex belki de bu sezonun ilerleyen haftalarında yine yuhalanır.
.
Fenerbahçe o sezon şampiyon olmuştu ve bir sonraki sezonda da tarihinin en büyük Avrupa başarısına imza atmıştı. Yine aynı şeyleri görür müyüz? Olabilir, bu mümkün. Fenerbahçe 2006-2007 sezonu başlarken bugün olduğundan daha iyi durumda değildi. Peki aynı başarıları yaşandıktan sonra yine aynı hataların tekrarlanma ve aynı kötü günlerin tekrar yaşanma ihtimali nedir? Oldukça fazla.

Canımı sıkan da tam olarak bu işte, Şampiyonlar Ligi’ne veda etmek ya da an itibariyle sahada iyi bir takım izleyememek değil. Fenerbahçe bu sezon şampiyon olsa ve seneye Şampiyonlar Ligi’nde büyük başarılara imza atsa da bu değişmeyecek. Hep aynı şeyler oluyor, geçmişte birçok hatadan ders alınmasına rağmen iş saha içine gelince bu olmuyor.

Bugün forvet transferi açıklanabilir, hatta yarın da Güiza gönderilip yerine çok iyi bir stoper alınabilir. Fenerbahçe iyi bir takım haline gelip çok başarılı olabilir ama Young Boys ile bir daha oynayama şansı olmayacak. Şampiyonlar Ligi’ne katılma umudum zaten fazla değildi, mevzu da orada olamamak değil işte. Mevzu bu takımın forvet transferi yapacağı en az 8 aydır çok net bir şekilde belli olmasına rağmen, normal şartlarda lig bittikten sonra 1-2 hafta içinde o transferin açıklanması gerekirken hala ortada bir şey olmaması. Fenerbahçe’nin elenmesini tek bir forvet transferine bağlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Forvet sadece bu başarısızlığın sebebi olan zihniyetin, bahsettiğimiz hataların etiketi oluyor.

Zor bir sezon olacak, camia daha çok başında fokur fokur kaynamaya başladı. Fenerbahçe bu zorlukları aşıp da başarılı olursa keyfi çok daha büyük olacak. Daha önce bunu yaşadık, biliyorum. Ama aynı şeyleri sürekli yaşamaya, bu garip döngüye daha ne kadar devam edeceğiz, işte bunu bilemiyorum ve çok daralıyorum.

Formula 1 Macaristan GP / Hungaroring


Her yarışı yazmak gibi bir adetim yok ama yukarıdaki aksiyon gözden kaçmasın istedim. Yarışın son turlarında yeni lastikleriyle tur başına 2 saniye fark kapatarak eski takım arkadaşı Schumacher’in dibine giren Barrichello’nun yaptığı bu atak ve Schumacher’in savunması yarışın en heyecanlı anı oldu. Geçiş anında içim kalktı, Rubens adeta duvara sürtünüp de geçti. Schumacher bu tehlikeli savunması yüzünden bir sonraki yarışa 10 sıra geriden başlama cezası aldı. İlk açıklamalarında bir hatası olmadığını düşünüyordu ve “Eğer beni geçmek istiyorsanız, bunun için mücadele etmeniz gerekir. Burada da öyle oldu.” demişti ama bugün, belki de görüntüleri bir kez daha izledikten sonra hatasını kabul etmiş.

Bunun dışında Macaristan standartlarına göre nispeten keyifli bir yarış izledik. Ferrari’lerin start ile beraber sıra kazanacağını düşünüyordum, Alonso da Webber’i geride bıraktı. Pistin geçişe müsade etmeyen yapısı nedeniyle fazla bir aksiyon beklemiyorken sürpriz bir güvenlik aracı yarışa bir anda heyecan kattı. Pilotların çoğu pite girdi ve bir anda ortalık karıştı. Rosberg’den fırlayan lastik bir Williams mekanikerinin yaralanmasına ve Rosberg’in yarış dışı kalmasına yol açtı. Bir başka yerde de pitten yanlış bir zamanlamayla çıkan Kubica, o anda pite giren Sutil’e çarptı. Bu karmaşada Webber pite girmeyerek liderliğe yükseldi. Güvenlik aracının çıkışı sırasında ise Vettel önündeki araç ile arasındaki mesafeyi olması gerekenden fazla açınca pitten geçme cezası aldı ve yerini Alonso’ya kaybetti.

Güvenlik aracının çıkışından sonra ise Webber’in tek kişilik gösterisini izledik. Arkasında Vettel olsaydı hedeflediği farkı yakalayamayacaktı ama Alonso’nun Vettel’e atak fırsatı vermemesi çok işine yaradı. Lastiklerini çok iyi koruyan Webber 43. turda pite girdiğinde kendisine liderliğini devam ettirmesi için gereken zamanı yakalamıştı ve yarışı da lider bitirdi.

Ferrari için bundan iyisi olamazdı çünkü Red Bull Macaristan’da bambaşka bir siklette yarışıyordu. Hamilton’un yarış dışı kalması ise hem Red Bull hem de Ferrari için mükemmel oldu. Macaristan GP sonrası, yaz tatili öncesinde 5 pilot 20 puan aralığına, 3 takım da 75 puan aralığına sıkışmış oldu. Sezonun 2. bölümü çok zevkli geçecek.

Bu arada Vettel’in cezası belli olunca akıllara ister istemez Valencia geldi. O yarışta göstere göstere güvenlik aracını geçen Hamilton’a ceza ancak Alonso’nun da uyarılarıyla 20-25 tur sonra verilebilmişti. Hatırlanacağı gibi Hamilton da kendisine gereken mesafeyi yaratmış ve cezasını hiçbir şey kaybetmeden çekebilmişti. Dün ise çok kolay verilebilecek bir karar olmamasına rağmen Vettel’in cezası çok hızlı belirlendi ve Vettel bu ceza sebebiyle belki de yarış birinciliğini kaybetti. Umarım bundan sonra hakemler konu McLaren olduğunda da aynı şekilde hızlı düşünüp hızlı karar verebilirler.