12 Aralık 2010 Pazar

Ve Arkhe Gider


Biraz! geç kalmış (Yaş 31'den 32'ye yürüyor) askerlik görevini yapmak üzere Kırklareli'ye.

Ne kadar ilgilenecek bilmiyorum, açıkçası ondan çok da fazla umudum yok ama blog arada buralara uğrayan, diğer patron Şen Şef'e emanet.

Aslında daha farklı bir şeyler yazmayı düşünüyordum ama ne Perşembe gününün Sinan Erdem notları için, ne de sezon sonu tahminlerimin olduğu bir gidiş yazısı için vakit yaratamadım. Gerçekten değişik bir tempo oluyormuş, son günler orada oraya koşturmakla geçip gidiyormuş.

Bir aksilik olmazsa dönüş 18 Mayıs, en azından ligin son haftasına yetişiyorum.

Takip eden, okuyan, yorumlarıyla katkı yapan ya da bir şekilde yolu buradan geçen herkese eyvallah.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Akatlar'da Iverson

Hafta sonu gidiyorum ve uzun bir zaman buralarda olmayacağım. Geldiğimde Iverson ülkesine dönmüş olabilir, neticede Beşiktaşlı arkadaşlar her ne kadar onun burada olmaktan çok mutlu olduğunu söyleseler de öyle karakterlere güven olmaz. Ben de Iverson'ı bir kez canlı izlemek için dün Akatlar'a gittim.

Bu transferin çok fazla sportif katkı sağlayamayacağı, Beşiktaş'ı zirveye taşımayacağı belliydi ki muhtemelen transferin öncelikli hedefi de bu değildi. Ama işin diğer tarafında da yani ürün, pazarlama, tanıtım, gelir vs. açısından baktığımızda da durum pek parlak gözükmüyor. NBA Tv Beşiktaş-Fenerbahçe maçını banttan verdi, Avrupa'da birçok basketbol izleyicisi Beşiktaş'ın adını öğrendi tamma ama neticede burada tribünler dolmuyor. Düşünün, ben bu transfer gerçekleştiğinde Beşiktaş'ın bundan sonra maçlarını Sinan Erdem olmuyorsa da Abdi İpekçi'de oynaması gerektiğini söylüyordum.

Normalde İnönü kapalısının yerleştiği pota arkası dün boştu ama muhtemelen bunun Bursa olayları ile ilgisi var. Zaten alınanlar olmuş, diğerleri de alınma tedirginliği ya da salona gidilmemesine dair yapılan telkinler sebebiyle Akatlar'a gelmemiş olabilir. Onlar olsaydı ortam mutlaka farklı olurdu ama ne olursa olsun, yukarıda da dediğim gibi ben daha fazlasını bekliyordum. Yanılmışım.

İstatistiklere bakmadım ama Iverson fazla oynamadı, hakemlerin saçma sapan düdükleriyle erken faul problemine girdi. Maçı da yanılmıyorsam 9 sayı ile bitirdi. Akatlar malum ufak ve basketbolcularla iç içe olunan bir salon, Iverson'ı o kadar yakından görmek de çok değişikti. Fiziğini az çok tahmin ederdik ama ben bu kadar ince ve zayıf gözüktüğünü hiç düşünmemiştim, çok şaşırdım. Sahadaki o ufak tefek çocuk zamanında korkusuzca Shaq'in üzerine giden Iverson'dı. Öyle bir fizik nasıl en iyiler arasına girmiş, nasıl bir NBA efsanesi olmuş buna inanmak çok zor ama Iverson da işte öyle büyük bir yetenekti..

Akatlar'da tribünde bir 'Murat' var, bilen zaten biliyordur. Çok normal bir adam olduğunu söylemek zor ama belli ki kötü niyetli de değil. Maçı ilk saniyesinden son saniyesine kadar yaşıyor, basketbolcularla birlikte oynuyor ve en az onlar kadar yoruluyor. İşi de biliyor. Zamanında tribünleri susturmaya çalışıyor, doğru zamanda ıslık başlatıyor. Savunmada oyunculara gerekli uyarıları da yapıyor. Bir basketbol takımına en kral amigodan daha çok faydası olur.

Maçı yorumlayabilecek kadar dikkatli izlemedim ve oynanan basketbol hakkında bir şeyler yazacak durumum yok. Zaten Akatlar'a gidiş amacım da başkaydı. Basketbol izlemek ve takım desteklemek için ise yarın Sinan Erdem'de olacağım.

7 Aralık 2010 Salı

Eren Güngör..

Eren 1988 doğumlu ve 2008-2009 yılında Kayserispor savunmasında gösterdiği performansla adından iyice söz ettirmeye başlamıştı. Milli takıma yükselmişti ve onu Fenerbahçe'de görmeyi çok istiyordum.

Eren Kayserispor ile yeni sezona hazırlanırken, 15 Temmuz 2009'da Litex Lovech ile oynanan hazırlık maçında sol diz ön çapraz bağlarını kopardı. Genç futbolcunun sahalara eskisi gibi döneceğini düşünüyordum. Ameliyat oldu ve çalışmalara başladı ama başladıktan kısa bir süre sonra, Kasım ayında bir idman sırasında aynı diz bağları ona tekrar ihanet etti.

Daha geçen gün bir arkadaş ile milli takım stoperlerinden bahsederken adını anmıştık, Eren'in dizi müsade etseydi kendine milli takımda önemli bir yer edinebilirdi. Akşam Eskişehirspor karşısında sahaya çıktığını görünce çok mutlu oldum, Eren Süper Lig'de son maçını Mayıs 2009'da oynamıştı.

Maçın ikinci devresinin büyük bir bölümünü izleyemedim ve o izlemediğim bölümde Eren ne yazık ki tekrar sakatlanmış.. Pozisyonu görmedim ama sanırım sert bir darbe almış.. Gelen haberler iyi değil, kesin sonuç MR sonrası çıkacak diyorlar ama belli ki o bağlar tekrar kopmuş..

Artık bu kadarına şanssızlık denmez, bu olanlar için hafif kalır. Çok yazık, bu genç adam için gerçekten çok üzüldüm.. Artık işi çok daha zor.. Umarım bir daha ama bu kez tam anlamıyla geri dönebilir..

Altın Çocuklar

Beşiktaş-Bursaspor


Gündüz maçına duyulan özlem ve Bursa seyircisinin İnönü'ye gelecek olması beni bu maça da götürdü. Ben bu kadar olay beklemiyordum, daha doğrusu polisin sıcak teması geçtim iki tarafın birbirine yaklaşmasına bile kesinlikle izin vermeyeceğini düşünüyordum. Olaylar hakkında bir çok sosyal içerikli tartışma yapılıyordur ama ben alınmayan önlemler ile ilgileniyorum. Yoksa buna benzer olaylar her ülkede oluyor.

İstanbul Emniyeti çok daha riskli bir karşılaşma olmasına rağmen benim şahit olduğum Fenerbahçe maçlarına göre çok daha zayıf önlemler almıştı. Ben Kabataş'a indiğimde Bursa seyircisi de stada yeni geliyordu ve çok ulaşılabilir gözüküyorlardı. Az polis vardı ve bir Beşiktaşlı kalabalığın o zayıf zinciri kırabileceği çok belliydi. Tek çözüm daha çok polis olması değil, Bursa seyircisi stada çok daha erken ya da Beşiktaş taraftarının çoğunluğu girdikten sonra, daha geç getirilebilirdi. Tam Beşiktaş seyircisi semtten stada doğru yaklaşırken Bursalılar geliyordu. Polis arada sıkışıp kaldı, çok yetersizdiler. Ben bir şekilde karambolden sıyrıldım ve kendimi stada attım. Asıl olaylar da ben girdikten sonra olmuş.

Bu kadar büyük olaylar olunca maç geri planda kaldı, benim de söyleyecek fazla bir şeyim yok. Maç yazısı olmasın diye de başlığa skor yazmadım. Ortada giden tipik bir beraberlik maçıydı ama Bursaspor'un eksik kalması işi değiştirdi. Volkan'ın karakterinin o kırmızı kartı sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum ama Fırat Aydınus da kırmızı kartını sanki o hareketi bekliyormuş gibi bir hızla çıkardı. Ben tribünden bir şey anlamadım, ikinci sarı kart çok ani çıkınca Volkan'ın küfür ettiğini düşündüm ama sonra gördüm de çok ufak bir tepkiymiş, sanki kart biraz kolay çıkmış. Bursaspor 10 kişi kaldıktan sonra Beşiktaş'a belki fazla pozisyon vermedi ama çıkarken kaptırılan bir topun sonrasında kalesinde golü gördü. Bu galibiyet ile iki hafta önce yarışta çok zor bir durumda olan Beşiktaş, muhtemelen birçok taraftarının da beklemediği bir şekilde iki maçtan altı puan alarak üst gruba tutunmayı başardı.

Bu saatten sonra iki takım taraftarları arasında neler olur bilemem. Bursa'da oynanacak maça Beşiktaş taraftarının gidebilmesi bence mümkün değil, hatta çift taraflı yasağın çok daha uzun süre devam edeceğini düşünüyorum. İki tarafın bu kadar olaydan sonra bu savaşa son vermesini de beklemiyorum. Muhtemelen biri ölene kadar kimse akıllanmayacak ve bu iş böyle devam edecek. Ondan sonra belki gazetecileri çağırıp onların önünde birbirlerine çiçek falan verirler.

Fenerbahçe 2-1 Karabükspor

Pazar günü İnönü'de gündüz maçı keyfini kaçırmak istemedim, oradan da Saraçoğlu'na geçtim. Çalkantılı ve yorucu bir gün oldu, özellikle İnönü bölümü. Seyircinin tribünleri baya doldurmuş olduğu Saraçoğlu'na gelince ise huzur buldum, maçın sonunu da aynı şekilde getirdim.

Maçın gidişatı hakkında yazacak fazla bir şeyim yok, biraz futbolculardan bahsederiz. Aslında Fenerbahçe maç başında iyi bir baskı kurmamıştı, iki farkı getirecek pozisyon zenginliği de yoktu ama işte Fenerbahçe'nin Alex'i vardı. Sahneye çıktı, bir şeyler yaptı ve takımını 2-0 öne geçirdi. Fenerbahçe ilk devre sonuna kadar beni tatmin eden bir futbol oynadı. Neticede Karabükspor iyi bir takım, Pazar günü belki hücumda Emenike'nin üstün özellikleri dışında bir etkinlik sağlayamadılar ama diğer yandan maçın genelinde Fenerbahçe'ye de fazla alan bırakmadılar. Zaman zaman önde bastılar, Niang da yine kötü oynayıp ileride top tutamayınca Fenerbahçe'yi baya tehdit ettiler. Emenike ise gerçekten çok acaip bir adammış, canlı izleyince insan daha iyi anlıyor. Oyunlarda yarattığımız hileli adamlara benziyor, çok hızlı ve çok güçlü. Topa da vuruyor. Yobo'nun hiçbir forvet oyuncusu karşısında bir daha bu kadar zorlanacağını sanmıyorum.

Yobo için Emenike ile olan karşılaşmasından sonra, bazı pozisyonlarda arkasında kaldığı için çatlak sesler çıkarmaya çalışanlar var. Geniş alanda yakalanınca zorlanıyormuş, o kadar hızlı değilmiş, kiralık sözleşmesi bitince alınması gereksiz olurmuş gibi saçmalıklar. Yobo'nun Fenerbahçe'de oynadığı maçları nereleriyle izlediklerini merak ediyorum. Yobo bugüne kadar sergilediği performans ile benim gözümde Türkiye'nin en iyi stoperidir. Fenerbahçe için onun varlığı Lugano'nun varlığından çok daha önemlidir. Öyle bir adamdır ki Bekir bile yanında iş görebilir. Ama işi zor çünkü sol stoper oynuyor ve bir yandan da sol bekin arkasını topluyor. Emenike gibi bir oyuncu da sol bekin savunma yapamadığı kanadı kullanarak Yobo'yu böyle hırpalayabiliyor.

Sol kanatta sıkıntı var ama sağ kanat kusursuz işliyor. Mehmet Topuz'un bu sezon oynadığı futboldan çok memnun olduğumu hep söylüyorum, Pazar akşamı da çok iyiydi, Alex'in golünde yaptığı orta harikaydı. Her ne kadar hücumda sağ iç gibi oynayıp Gökhan Gönül'ün önünü açıyor olsa da Karabükspor karşısında etkili bindirmeleri de oldu. Orada Gökhan ile birbirlerini çok iyi tamamlıyorlar. Gökhan'ın performansının bu kadar artmasında Mehmet Topuz'un da payı var. Zico'nun Fenerbahçe'sinde Deivid ile oynayan Gökhan Gönül nasıl farklıysa, Mehmet Topuz ile oynayan Gökhan Gönül de öyle farklı.

Kısa bir süre önceye kadar bir diğer sıkıntılı bölge de orta sahaydı ama son üç maçta izlediğimiz Cristian performansı, Emre ve Selçuk'un iyileşmesi ve Gökay alternatifinin ortaya çıkması ile buradaki sorun şimdilik çözülmüş gibi gözüküyor. İlk golde Cristian geçtiğimiz hafta İBB karşısında yaptığı gibi bir pres başlattı ve devamında kapılan topta Niang golü getiren faulü aldı. Cristian'a tekrar güvenmek kolay değil ama devre sonuna kadar böyle devam ederse ona karşı olan bakış değişebilir.

Stoch ilk yarıda bazı anlarda potansiyelini gösterdi ama bir türlü tam olamıyor, o patlamayı hala yapamadı.Sanki takımdan biraz kopuk bir hali var. Hala çok heyecanlı ve istediklerini bir türlü yapamıyor. Bu yüzden oyundan da genelde mutsuz bir çocuk olarak çıkıyor. Üst üste 1-2 maçta gol ya da asist ile skora etki edebilirse o da kendine gelecektir. Dia ise oynadığı sınırlı dakikalarda yaptıkları ile taraftarı çok daha fazla etkilemiş durumda. Çok rahat adam eksiltiyor, mutlaka bir şekilde kaleye iniyor. Son vuruş eksikliği fazla ama bu da üzerinden gelebileceği bir şey. Dia ve Stoch gibi iki oyuncunun forma savaşı vermesi, Fenerbahçe'de oyuna girerken heyecan veren böyle iki oyuncunun olması keyif verici.

Niang'da birden çok acaip bir düşüş oldu, arkasında başka bir şeyler varmış gibi geliyor. Bucaspor maçı çok geride kalmadı ve o maçta gayet iyiydi ama Karabükspor karşısında İBB maçında olduğu gibi yine çok kötü bir günündeydi. Kötü oynayınca keyfi de kaçıyor ve iyice yok oluyor. Aykut Kocaman da kör değil, Niang'ın bu durumunu görmüştür ama onu özellikle oyunda tuttuğunu ve belki rahatlar diye sola çektiğini düşünüyorum. Stoch yerine oyuna Selçuk girip de orta sahayı üçledikten sonra Alex merkezde kaldı ve Niang sola geçti. Ama ne yazık ki burada da etkili olamadı. Umarım bir an önce kendine gelir. Alex önderliğinde Fenerbahçe ilerliyor ama bu yolda Niang'a da çok ihtiyaç var.

Karabükspor maçının kalan üç maçın en zoru olduğunu düşünüyordum. Fenerbahçe galip geldiği diğer maçlara kıyasla çok da etkili bir futbol oynamadan üç puanı aldı. Maçın Fenerbahçe adına en sevindirici yanı ise maçı uzun süre tek farklı götürürken rakibe pozisyon vermemiş olmak, belki de bu sezon ilk kez. Özellikle ikinci devre Karabükspor sonuna kadar zorlamasına rağmen gol pozisyonu bulamadı. Halledilmesi gereken en önemli sorunda bu maç böyle bir gelişim görmek güzel, devamını bekliyoruz.


Emeğe saygı gösterelim ve Alex için yapılan pankarttan bahsederek bitirelim. Harika olmuş, emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Bir futbolcuya hakkını vermek, ona duyulan sevgiyi ve saygıyı bu şekilde göstermek çok güzel. Bu tüm futbolcuları motive edebilir, böyle bir yere gelmek bazılarının hedefi olabilir.

Burada bir Fenerbahçe efsanesi var ve o efsane böyle her güzel şeyi sonuna kadar hak ediyor.

2 Aralık 2010 Perşembe

Zafer


Çok acaip bir dönem geçiriyorum o ayrı ama bu zaferi bloga yazamayacak gibi de bir durumum yoktu. Ama gerek maç öncesinde, gerekse maç sonrasında sürüp giden anlamsız tartışmalar yüzünden hiçbir şey yazasım gelmedi. İnsanı şu büyük ve güzel mücadeleden bile soğuttular.

Kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilim, bilen zaten biliyor ama blogdaki ilk postum da burada. 90'ların başından beri Barcelona'nın yeri bende ayrıdır ve o günden bugüne oynadıkları, beni de kendilerine aşık eden futbol nasıl değişmediyse Barcelona'nın da yeri bende değişmemiştir. İşte benim yıllar önce, futbola çok da aklımın ermediği günlerde "tık tık, çok güzel oynuyorlar" diyerek sevdiğim takım Pazartesi akşamı uzun süre unutamayacağım bir galibiyete imza attı.
İşin Mourinho ve Ronaldo tarafına ise hiç girmek istemiyorum, onlardan nefret etmek de Barcelona'yı sevmek gibi bıkbık edilen bir şey oldu. Neticede Jose'yi ve Ronaldo'yu o durumda görmek de benim için ayrı bir güzeldi.
.
Benim sevdiğim futbol ve benim sevdiğim takım kazandı. Nefret ettiğim rakip takımı ezerek ve küçük düşürerek. 10-0 bile olabilirdi ama bu kadarı da herkes için yeterli oldu.
.
Maçın üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra detaya girmenin bir anlamı yok ama öncelikli amacı arşiv ve bazen de mastürbasyon olan bu blogda böyle bir zafer de eksik kalmamalı..
.
Visca el Barça..
.

2018 & 2022


Dünya Kupası'na 2018 ve 2022 yıllarında ev sahipliği yapacak ülkeler az önce açıklandı. Turnuva 2018'de Rusya'da düzenlenecek, 2022'de ise Katar'da. Bu işlerin arkasında neler olduğunu ve bu güzel oyunu nasıl kirlettiklerini biliyoruz. Her iki ev sahibinin aynı anda açıklanmasının altında bile kim bilir neler var. O yüzden sonuçlar için yorum yaparken benim kriterim hak edip hak etmedikleri değil, hangisinin benim işime daha fazla geldiği. Zaten adaylık dosyaları ile ilgili de zerre fikrim yok.

2018'i Rusya'nın almasına sevindim. Böyle büyük bir futbol ülkesinin artık bir Dünya Kupası'na ev sahipliği yapma zamanı gelmişti. Ortak düzenlenen kupaları sevmiyorum, İngiltere de daha önce bu turnuvayı düzenledi. Bu sonucun benim için en güzel yanı ise yerinde izlemenin diğer aday ülkelere göre daha kolay olması.

2022 ise Katar'a gitti. Japonya, Güney Kore ve Amerika'nın yaptığı şımarıklık, bu kadar kısa bir süre sonra kupayı bir kez daha düzenleselerdi bence büyük rezalet olurdu. Avustralya kazansaydı saat farkı bizleri hırpalayacaktı, böyle bakınca da sanırım en iyisi Katar oldu.

Neticede sonuçlardan ben memnun oldum. 2018'e daha çok var, o zamana kadar neler olur bilinmez ama bir Dünya Kupası'nı yerinde izlemeyi çok isteyen benim gibiler için bu iki kupa büyük şans.

29 Kasım 2010 Pazartesi

İki Derbinin Sonrasında


Benim için yoğun bir hafta sonuydu. Aslında maçları yazmak için dün zamanım oldu ama Haydarpaşa yangınından çok etkilendim, futbol yazmak falan içimden gelmedi. Haydarpaşa'nın birçokları için neler ifade ettiğini yazamayacağım ama kısaca benim ne hissettiğimi söylemem gerekirse dün canlı canlı yanışını izlerken gözlerim doldu, şu an kafamı pencereden dışarı çevirip ortası boşalmış iki kuleyi görünce de içim yanıyor. Aksine inanmam zaten çok zor ama eğer gerçekten bu iş kasıtlı yapıldıysa, azıcık bile payı olan herkesin cayır cayır yanmasını diliyorum.



Herkesin derbisi kendine büyük, benim için de bu haftanın en önemli derbisi Cumartesi günü Olimpiyat Stadı'nda oynandı ve Fenerbahçe çok zor bir deplasmandan çok önemli 3 puanı alarak evine döndü. O stadda istekli bir futbol oynamak zor ve Fenerbahçe de ligin en iyi 4-5 takımından biri olan İBB karşısında maç başında bunu başaramadı. İlk 10 dakika sıkıntı çekti ve rakibe pozisyon da verdi ama daha sonra özellikle Cristian'ın kıpırdanmasıyla ve Gökay'ın da ona eşlik etmesiyle toparlandı. Fenerbahçe iyi pas yaparak topa sahip olmaya, top rakipteyken de önde basmaya başladı. Böylece İBB'nin gol tehditi azaldı, Fenerbahçe golünün geleceği ise belli oldu. O gol de önde basma mentalitesi ile, Cristian'ın kazandığı top sonucunda Alex'in ayağından geldi.

İkinci devre son 10 dakikaya kadar Fenerbahçe'nin oynadığı futboldan ben memnun kaldım. Takımın pas trafiği çok başarılıydı, maçın bazı anlarında beni özellikle çok etkiledi. Geçmiş maçların aksine penaltı kaçana kadar Fenerbahçe geri yaslanmadı. Bu sebeple pozisyon bulurken rakibe de gol pozisyonları verdi ama penaltı kaçtıktan sonra eksik kalan rakip karşısında yine psikolojik sorunlar kendini gösterdi. İkinci golün bir türlü gelmemesi, penaltının kaçması ve İBB karşısında son 3 deplasmandan puansız dönülmüş olması takımı kendi kalesine doğru itti. Fenerbahçe gayet iyi oynadığı bir maçta iki puanı kaybedebilirdi.


İBB karşısında Fenerbahçe orta sahası çok iyiydi. Özellikle Cristian çok farklıydı, onu beğendiğim dönemdeki futbolunu izletti ama bu şekilde ne kadar devam edebilir bilemiyorum. Ona eşlik eden Gökay'dan bahsetmezsem haksızlık olur, bence yine kendi ölçütlerinde mükemmel bir maç çıkardı. Fiziği şu an yetersiz ama mental olarak hiç 18 yaşındaymış gibi değil. İyi pas trafiğinde onun da payı çok büyüktü, elinden geldiğince de mücadelesini etti. Bu iki oyuncunun yanına Mehmet Topuz'u da eklemek lazım. Çok güçlü ve çok mücadeleci. Belki hücumda fazla etkinlik gösteremiyor ama maçın hiçbir anında, hangi mevkide oynasa da oyundan düşmüyor. Nazar değmesin, ben ondan bu sezon çok memnunum.

Kötü isim söylemem gerekirse de Niang ve Caner diyebilirim. Niang'ı geçiyorum, gününde değildi. Golcülerin böyle günleri olabilir, Niang'ı çok dert etmiyorum ama Caner'in durumu düşündürücü. Beni yanıltıyor, beklentilerimi karşılayamıyor. Çok yanlış yapıyor, büyük bir şansı değerlendiremiyor. İBB onun kanadını maç boyunca koridor yaptı.

İlk devre sonu hedefime doğru takım emin adımlarla ilerliyor, hesaplarımda tek şaşan Antep karşısında fazladan kaybedilen 1 puan oldu. Şimdi kazanılması gereken 3 maç var ve ben takıma güveniyorum.



Derbi tahminim beraberlikti. Her ne kadar kağıt üzerinde beraberlik iki takıma da yaramıyor gibi gözükse de psikolojik olarak derbiyi zararsız atlatmak demekti. Kaybetmekten korkarak ürkek bir futbol oynayacaklarını düşünüyordum ama maçın başındaki penaltı oyunun gidişatını değiştirdi.

Galatasaraylıların Hagi kredisini anlayabiliyorum ama dışarıdan bakınca şu ana kadar gösterdiği performans hiç iyi değil. Hakan Balta tercihini kabul ediyorum ama şu maça hala Ali Turan ile başlamak bence çok yanlış. Aslında Galatasaray'ın öyle abartıldığı kadar da kötü bir kadrosu olduğunu düşünmüyorum. Sabri-Servet-Neill-Hakan Balta dörtlüsü önünde oynayacak Cana-Ayhan ikilisi ortalamanın üzerinde bir arka taraf oluşturuyorlar. Ön taraf için kalan 4 oyunculuk yer için ise Kewell, Pino, Elano, Misimoviç, Mehmet Batdal ve Baros ile Arda düşünülünce ortaya hiç de fena bir takım çıkmıyor. Ama işte sakatlar ve Hagi'nin tercihleri ile ortaya bu sonuçlar çıkıyor.

Beşiktaş tarafında ise tercih yapılabilecek fazla bir alternatif yoktu. Kenarda ilk 11'de düşünülebilecek sadece İbrahim Üzülmez ve Necip alternatifleri vardı. Solda tercih İsmail olmuştu ve Beşiktaş ilk devrede bu kanatta önemli sıkıntılar yaşadı. İsmail'e yakın oynayan Ersan da çok kötü bir gününde olunca madenden yararlanmak için Kewell da bir ara o tarafa geçti. Galatasaray mağlup duruma düştükten sonra Beşiktaş üzerinde büyük bir baskı kurdu, pozisyonlara da girdi. Cenk'in iyi performansı, Galatasaraylıların beceriksizliği ve biraz da şansın yardımıyla, penaltı pozisyonu dışında rakip kaleye pek gidemeyen Beşiktaş ilk devreyi tek farklı önde kapadı.


İkinci devre Galatasaray'da oyuna Mehmet Batdal girdi, Sabri de sağ beke geçti. Bu devrenin ilk bölümünde yine Galatasaray baskısı vardı ama bu baskı golü getirmedi. Servet'in yerine Barış oyuna girdikten ve Cana stopere geçtikten sonra ise Galatasaray baskısı yavaş yavaş kayboldu. Cana'nın olmadığı orta sahada bana kalırsa maçın o anlara kadar kötü isimlerinden Guti ortaya çıkmaya başladı. Bir gol bir de asist ile oynayan Guti'nin algıyı değiştirmesi normal ama ben çok iyi oynadığını düşünmüyorum. Hatta ilk devre yaptığı bir basit top kaybı Galatasaray adıne net bir gol pozisyonu oldu. Ne zaman ki Galatasaray orta sahasında boşluklar oluşmaya başladı, Guti de sahneye çıktı. Maçın Beşiktaş adına bence en iyi oyuncusu Aurelio idi. Fenerbahçe günlerini hatırlatan bir futbol sergiledi.

Beşiktaş gidişatının hiç de bu sonucu işaret etmediği bir maçta çok önemli bir 3 puan kazandı ve böylece üst tarafa tutunmuş oldu. Galatasaray ise her ne kadar bu ligde her şeyin olabileceğini, 5 maç üst üste kazananın çok farklı yerlere gelebileceğini düşünsem de bir anlamda lige veda etti. Kalan haftalar onlar için çok zor olacak. Beşiktaş ise bu galibiyetin bir anlam kazanması için haftaya Bursaspor karşısına çıkacak.

26 Kasım 2010 Cuma

Lucescu'dan

Aynıı, kaynımda var...


‘Schuster'in sözü normal'
“Beşiktaş'ın teknik direktörü
Bernd Schuster'in, ‘Türkiye'de 1960'lı yılların futbolu oynanıyor' sözünü doğal buluyorum. Her yerde benzer şeyler yaşanıyor. Daha altta yer alan takımlar direnir ve kapanırlar. Sonuçta amaç puan alarak yenilmeden sahadan ayrılmaktır. 10 sene önce de durum farklı değildi. Şimdi de o yüzden gerilere gitmeye yok."

Aklı başında herhangi birimizin diyeceğini, dediğini söylemiş büyük usta. Schuster'e zaman verilsin, sabredilsin, eyvallah. Ama sırf yabancı biri söylüyor diye saldırmamalıysak, aynı şekilde hemfikir olmak zorunluluğu da hissetmeye gerek yok.

Budur


"Alex bu takımda oyuncuların gelişmesinde en önemli etkenlerden biri. Alex bir başka oynuyor, doğaçlama biliyor ne yapacağını. O Fenerbahçeli genç oyuncular için bir şanstır. Ben burada olduğum sürece Alex'in takımda olması bana rahatsızlık değil, güç verir. Alex bu kadar önemli biri."

Aykut Kocaman

Gurur


Bayan Basketbol
UMMC Ekateringburg 67-73 Fenerbahçe

Erkek Basketbol
Lietuvos Rytas 75-81 Fenerbahçe Ülker

Bayan Voleybol
Fenerbahçe Acıbadem 3-0 N.F. Bergamo

Erkek Voleybol
Tours VB 1-3 Fenerbahçe

25 Kasım 2010 Perşembe

Havaya Girerken


Mourinho sağolsun ilk defa bir El Clasico öncesinde gaza gelmiş durumdayım, Barcelona'nın kazanmasını daha önce hiç bu kadar istememiş ve iki takımın bir maçını hiç bu kadar hırslı beklememiştim. Umarım içimde patlamaz.

Maç öncesinde yapılacak koreografiyi Barcelona resmi sitesinden açıkladı, görsel de yukarıda. Takımlar sahaya çıkarken 45.000 kırmızı, 35.000 mavi ve 20.000 sarı karton aynı anda havaya kalkacak ve ortaya bu görüntü çıkacak.

Çıkış tünelinin karşısındaki tribünde ise "T'estimo Barça" yazıyor olacakmış.

Anlamı ise "Seni Seviyorum Barça".

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bu saatten sonra (ah'lar vah'lar 2)


Daha çok hücumcuyla daha çok hücum edilmez. Takımın en iyi defansçısı en ileride oynayan olmalıdır. İki yönlü orta saha oyuncusu lüks değil şarttır. Vee son olarak hücumcuya defans öğretirsiniz de savunmacıya hücum öğretemezsiniz. Hayır, bu yazı "bunlar ne salak klişelerdir" yorumu içermeyecek. Ve lakin, bu kadronun bu saatten sonra neler yapabileceği ile ilgili beyin jimnastiği içerecek. Bunu yaparken de keşke gündemdeki 'modern vs. 60lar futbolu' muhabbetine de değdirsem diye düşünmüyor değilim.

"Defansçı" Lucescu ligde Ümit Karan (Serkan Aykut) - Arif - Sergen'i aynı anda oynatabilmiş, Nouma (Ahmet Dursun) - İlhan Mansız - Pancu - Sergen'i coşturmuştu. Galatasaray'da daha önce Arif-Hakan-Hagi-Ilie aynı anda sahaya çıkabilmiş, arkalarında Tugay, Emre, Ergün gibi ilk özelliği defans olmayan çift yönlü adamlarla kabus gibi yardırabilmişti.




Her maç değil elbet, ve her zaman da başarılı olmadan, bittabi. Fakat, Parreira'dan bu yana Fenerbahçe kontrollü oyunun istikrarına inanmışken Galatasaray aslında çok uzun bir süre ligde saldırgan hücum futbolunun posteriydi. Lig ile Avrupa arasındaki ayrımın dersini de 1989'da geçmişti bu ekol. Ve haliyle zaman içerisinde Monaco karşısında kale çizgisinde 7 kişiyle duran takım daha dinamik ve kontraatakla Manchester'ı eleyen takıma dönüştü. Ama ligde kalabalık hücum eden takım kimliği değişmedi. Başarılarda da başarısızlıklarda da bu böyleydi.

Futbol değişti, gelişti, elbette. Bu gelişimin özü de takım defansı ve iki yönlü oyuncular değil mi? (Schuster'in yorumu da bu yönde patlamıyor mu zaten? Takım halinde defans yapmayı futboldaki diğer herşeyin üstüne koyuyor gibi gördüğümüz Ziya Doğan'a darılmış ama böyle bir takımdan iki gol yemesine daha çok bozulmuştur sanırım. Veselinoviç takımı mı eski model acaba Ziya Doğan takımı mı? Ya da zaten, eskiden tek bir model mi vardı sanki? 60larda catenaccio vardı da WM yok muydu? 8 kişiyle defans yapıp 8 gol yediğimiz milli maçlar da hatırlarım, 5-4-1'le Euro 96'ya katıldığımızı da)

Peki yukarıda örneklerini verdiğim kadroların karşısına çıkan rakipler katı savunma yapmıyorlar mıydı? Saftig'i hatırlayanlar vardır aranızda. Samsun-Antep-Antalya 3'lüsünü? Hepsi katı savunma artı 1-2 kişiyle hızlı kontrataklar sonucu yenmiş 5 gole karşılık Kubilay-Saffet-Hakan-Arif gibi hücum hattıyla atılan sıfır golle kaybolan sezonu? Tam da bu yazıda açmaya çalıştığım konunun kötü örneği, ağızlarda bıraktığı kötü tat. Peki ya aynı sezonu Falco-Stumpf-Bülent 3'lüsüyle geçirmiş olsak, kalede Hayrettin yerine birisi olsa üst üste 3. şampiyonluk gelir, Daum'un Türkiye macerası 1.5 yılda bitebilir miydi? Belki de.



O, o zamandı diyenlerin elinden tutup gelirim 2005-2006 sezonuna. Gerets'e gelirim. Hasan Şaş - İliç - Necati - Hakan Şükür (Ümit Karan)'a gelirim. 4 senede mi değişti herşey? Diziliş ve oyuncu seçimi kadar taktik de önemli değil midir? Rıza Çalımbay, Ali Sami Yen'e Mehmet Yılmaz - Ümit Karan - Serdar - Youla'yla çıktı mı? Çıktı. Takım savunmasını gene de doğru yaptı mı? Evet. Başarılı oldu mı? Evet.



Evet bir ideal olmalı. Daha dengeli, daha rakip farketmeksizin efektif olabilen bir takım yaratılmaya çalışılmalıdır. Bununla bir sorunum yok. Ama eğer söz konusu takım 13. hafta sonunda -3 averajla onuncu sıradaysa illa da şart değildir belki bunu diyorum sadece. Hagi'nin seneye de kalacağını çok tahmin etmediğimden de kaynaklanıyor belki bu tutum biraz. Yani bir kadro ve sistem oturtup, seneye de olmuşun üstüne koyarak gider gibi gelmiyor bana. İnanmıyorum pek. Hele Adnan'lara rağmen.


O zaman ben de şunu diyorum bir kez daha: 2 beraberlik bile fazladır bundan sonra. 1'i oldu bile. Kötü bir Kayserispor önünde çok da kötü değildi pazar günkü futbol ama daha fazla hücum etmesinin önünde bir engel yoktu Galatasaray'ın. O bir puan ne işe yaradı ki? Önümüzdeki maç Beşiktaş karşısında da aynı oyunla iyi bir sonuç alınması da mümkün. Gene de benim durduğum yer aynı olacak. Yetenekli hücumcularını topyekün kullanmalı Galatasaray bugünden sonra. Dizilişi 4-1-3-2, parolası saldır. Evet Song-Tomas gibi bir ikiliyi çok arar Galatasaray bu anlayışta. Varsın olsun, herşeyi tam ve doğru yapalım derken yapılan hatalar da aynı sonucu getiriyor nasıl olsa. Geriye de dönen, defansta yardımlaşan takım olabildiğini görüyoruz Galatasaray'ın ama hücum edebildiğini? Defansta kalabalıkken yediğimiz goller de az değil. Gol atamadan yemek ile gol atamadan yememek arasında bir takımız. Kaybedilecek birşey kalmayan şu ortamda beni çıldırtıyor bu. Hızlı, kaotik, dengesiz bir ofans takımı istiyorum ben, evet, çağdışı, evet gerçek eski model(!) Pısırık, kısır, umutsuz, en yetenekli oyuncularına sırt çeviren bir takım değil.

4'lüyü nasıl yaparsan yap, çıkar ileriye. Önlerine Cana'yı koy, tek defansif orta saha. Sağda Elano, solda Arda, ortada Misi. Önlerine Pino'yla Baroş'u koy, Kewell'la Batdal yedeklesin bu ikiliyi. Antrenmanlarda hızlı çıkmayı baz alan setler çalış boyuna. Derdin gol atmak olsun, gol yememek değil. Alınan sonuç da, yenilen kontraatak golleri de umurumda olmayacak. Ama iddia ediyorum hissiyat değişecek takımda, tribünde, bende (evet ben taraftarım, ve evet hisiyat işidir takım tutmak) ve belki de en önemlisi rakiplerde. Arda gitmeden, Baroş'la Kewell tamamen bitmeden, Misimoviç'le Elano aforoz edilmeden döktürseler, 3-5 kere bile olsa müthiş maçlar çıkarsalar fena mı olur? 3 sezondur plansızlık, vizyonsuzluk, istikrarsızlıktan, hayal kırıklığından başka birşey vermedikleri şu taraftara en azından böyle bir hediye verseler ne olur sahi? Alex Ferguson hani bir takımın herşeyini daha iyi yapmaya çalışırken hepsinde birden başarısız olmakla ilgili demiştir ya, güçlü olan yanını sivriltmek bazen daha önemlidir. Eğer konu Galatasaray ise ben de diyorum ki sivrilteceğin hücum olmalı. Uzun vadede, doğru dürüst yöneticiler ve teknik rehberlik ışığında şekillenecek takım da bu temelin üstüne yapılacak modifikasyonlarla kurulmalı.

Bugüne dönersek, yukarıda verdiğim kadroyu Feldkamp oynatabilir miydi? Teoride de olsa (o da yabancıların başına gelebilecekler yüzünden) bence evet. Arda'nın Feldkamp öncesinde 60. dakikada bitmesi sendromunu hatırlayalım. Ve sonrasını. Bu baklavadaki Arda ve Elano da çok efektif pres yapamasalar bile topun arkasına geçecek kadar atletlik yapabilir. Pino ileride eski Necati misali takılsa da geriye gelip göbekte Misimoviç'in yanına girebilir top rakipteyken. Velhasıl-ı kelam "if there is a will, there is a way" derler Anglo'lar, ama burada da "niyeti namazda olmayanın kulağı ezanda olmazmış" diyorlar. Hagi, gel dönelim bu yoldan, vazgeç şu defansı "sağlam" takımdan, şu "dengeli" maçlardan.

Sakatlık hikayesini pas geçmiyorum. Bu isimlerinin hepsinin bir arada sağlam olmalarını kimse gibi bende beklemiyorum. Ama alternatifleri de yine hücumcu olmalıdır bunların. Yani kanatlar için Sabri-Barış-Ayhan değil Emre-Serdar ilk alternatiftir. Misimoviç'in yedeği de Mustafa değildir, Elano'dur Arda'dır. Ortaya kayanın yerine kanatlarda çocuklar oynar yine.

Bitirirken, çok kısa da olsa, önümüzdeki sezonlara bir bakış atayım diyordum ama ayrı bir posta dönüştürsem iyi olur herhalde, zira beklemediğim kadar uzadı bu yazı.

Jose'nin Oyunu

Maç skorlarını internetten takip ederken son dakikalarda Ajax karşısında Real Madrid'den iki oyuncuya kırmızı kart çıktığını gördüm. Kavga çıkmıştır diye tahmin ettim ama Ramos da Xabi Alonso da ikinci sarı kartlarını görerek oyun dışında kalmışlardı. Tam anlayamadığım olayın ne olduğunu özetlerde gördüm. İki oyuncu kenardan gelen direktif sonrasında bilerek birer sarı kart daha görerek oyun dışına çıkmışlardı. Görüntüleri burada görebilirsiniz. Böylece sonraki maçlar için sarı kart cezalısı durumuna düşme risklerini azalttılar, birer sarı kartı silmiş oldular.

Çok şaşırtıcı değil. Hele ki ilgili takım Real Madrid ve tepedeki adam da Mourinho olunca hiç şaşırtıcı değil. Mourinho bir de utanmadan maç sonunda "böyle rahat bir maçta kırmızı kartlar çok gereksizdi" gibilerinden bir şeyler söylemiş.

"Bunda ne var? Kendini yere atmak ile aynı şey" diye düşünüp bu olayı önemsemeden geçenler olabilir. Saygı duyarım ama ben öyle düşünmüyorum. Daha önce de bilerek kart görenler oldu, bunun benzerlerini ülkemizde de gördük ama iki oyuncunun arka arkaya dalga geçer gibi kart görmesi ve bunu daha ufak hesaplar peşinde koşarken yapmaları beni rahatsız etti.

Benim rahatsız olmamda işin içinde Real Madrid ve Mourinho'nun olmasının da mutlaka payı vardır ama Kopenhag maçında Barcelona yedek kalecisi aptal Pinto, rakip oyuncu ofsayt düdüğü sanıp da topu bıraksın diye ıslık çaldığında da ceza alması gerektiğini düşünüyordum. İnsanları aptal yerine koyup da avantaj elde edenlerin cezalandırılması gerekir.

Bu sarı kartlık hareketleri hakem çözememiş olabilir ama maç sonunda işin aslının ne olduğu ortaya çıkmışken UEFA'nın bu olaya gereken cezayı vereceğini umuyorum. Çıkan haberlere göre de soruşturma başlatmaya hazırlanıyorlarmış. Umarım kasıtlı olarak görülen bu kartları centilmenliğe aykırı olarak değerlendirirler ve fazladan birer maç ile daha cezalandırıp bu zeki arkadaşlara gereken dersi verirler.


23 Kasım 2010 Salı

Fenerbahçe 5-2 Bucaspor

Fenerbahçe’nin devre arasına kadar sürdürmesi gereken galibiyet serisinin ilk maçıydı ve herhalde kimsenin galibiyetten şüphesi yoktu. Oyun bir süre berabere devam etseydi maçı daha farklı ve uzun yorumlamak gerekebilirdi ama Fenerbahçe maça 1-0 önde başlayınca işler değişti. 10 dakika sonra fark ikiye çıkınca da maç orada bitti.
.
Sahaya çıkan kadroya bir itirazım yok, Gökay’ı ilk 11’de görmek herhalde her Fenerbahçeliyi memnun etmiştir. Ben dün oynadığı futboldan memnun kaldım. Sinip kalmadı, korkmadan top aldı ve rakibe bastı. Fiziği haliyle şu an yetersiz ama güçlenecektir. Boyunun kısa olması biraz sıkıntı yaratacaktır ama neticede ismini onunla beraber andığımız Emre de 1.80 değil. Gökay bana umut verdi ama daha çok yolu var. Kadodaki Caner-Andre Santos değişikliği de bence mantıklıydı. Caner Antep deplasmanında kötüydü, bu maçta da oynasaydı formasının garanti olduğu gibi bir düşünceye girebilirdi. Andre Santos’un bu sezon sergilediği performans hiçbirimizi memnun etmiyor ama bir anda üzeri çizilecek bir futbolcu olmadığını düşünüyorum. Ona birkaç son şans verilebilir. İlki Bucaspor karşısında verildi ve muhtemelen milli maç yolculuğunun da etkileriyle çok kötü oynadı.
.
Fenerbahçe’nin takım olarak maç içinde yaşadığı iniş ve çıkışlara artık bir çözüm bulmak gerekiyor. Dün ilk 35 dakika ile son 20-25 dakikada oynanan futbol ile arada kalan bölüm arasında çok büyük farklar var. Aynı temponun 90 dakika devam etmesini isteyecek kadar doyumsuz değilim ama tempoyu düşürüp aktif dinlenmek ile ipleri tamamen rakibin eline vermekte fark var. Fenerbahçe dün anlamsız bir şekilde ikinci devrenin başlaması ile birlikte oyunun kontrolünü Bucaspor’a verdi. Golü yedikten kısa bir süre sonra ise hakemin ve Bucaspor’lı bazı oyuncuların dürtmesiyle devre başından beri uyuyan takım tribünlerle birlikte tekrar ayaklandı ve iki gol daha buldu. Bu kadar keskin değişiklikleri aynı 90 dakika içinde yaşamak kabul edilemez. O kötü 20 dakika Bucaspor’a karşı telafi edilebiliyor ama daha kuvvetli takımlar karşısında puan kaybına neden oluyor. Aykut Kocaman mutlaka kafasını bu probleme yoruyordur ve umarım çözümünü bulacak.

Bir diğer çözüm bulunması gereken sorun da çok açık bir şekilde gözüküyor ve hepimizin de zaten dilinde, savunma problemleri. Sıkıntı sadece savunma oyuncularından kaynaklanmıyor, takım savunmasında sıkıntılar var. Eskiden takım fazla adamla çıkılan hücumların dönüşünde pozisyon verirdi ama artık yerleşik durumdayken bile problem yaşanıyor. Fenerbahçe alan daraltamıyor, savunmaya yerleştiğinde oyunu sıkıştıramıyor. Şu anda orta sahada oynayan isimlerin yapısı böyle bir şeye müsade etmiyor. İyi bir Selçuk bile bu noktada çok faydalı olacaktır ki zaten devre arasında orta sahaya bir takviye gelecek gibi duruyor.

Tribünlerin Bilica’dan sonra bu haftaki hedefleri de Cristian ve Andre Santos oldu. Bence oyunculara homurdananlardan bir çoğu bunu kendi gördükleri ışığında yapmıyorlar. Rıdvan da dahil olmak üzere Fenerbahçe medyası kimi hedefe koyuyorsa ona yükleniyorlar. Hedefe konan isim ne yaparsa batıyor, oyuncunun özellikle hatası kovalanıyor. Bu taraftar medya güdümüyle Alex’i bile yuhaladı, daha ötesi yok. Şimdi de aynı gaz ile Brezilyalılara karşı bir tavır var. Benim de memnuniyetsizliğim var ama 5 gol atılan bir maçta oyuncu ıslıklayacak kadar nefret dolu değilim. Cristian ıslığı yediğinde daha arkadaki bir arkadaşına pas vermişti çünkü önünde top atabileceği kimse yoktu. Geriye oynamak her zaman yanlış değildir, herkes de Alex gibi en görülmeyecek noktaları görüp en imkansız pasları atamaz. Ama işte yeri geldiğinde Cristian Alex olamadığı için, kimi zaman da Alex bir ön liberonun yaptığı işleri yapamadığı için tepki görebiliyor. Ama Cristian düz adam, Alex de koşmuyor zaten.

Cristian’ın şiddetli bir savunucusu değilim ama mesela geçen sezon da herkes kadar tepki dolu değildim. Dün de kötü oynamadığını düşünüyorum, ilk golün pası da ondan geldi. Her şeye rağmen devre arasında ayrılması iki taraf için de daha hayırlı olacaktır, artık ömrünü doldurdu. Hatta Andre Santos bile iyi bir teklif gelirse yeri doldurulmak şartıyla bırakılabilir. Ne yazık ki bu ıslıklar ancak böyle kesilecek gibi duruyor. Santos ile Cristian’ı geçiyorum bu ıslıklar her oyuncuyu etkiler. Mesela dün ben Gökay’ı düşündüm, belki Saraçoğlu’nda oynadığı ilk maçta doğru bir geri pas yapmaktan korkacak ve top kaptıracak. Belki sahada ürkek oynayacak, ayakları titreyecek. Saraçoğlu’nu Fenerbahçeli futbolcu için de zor bir hale getirmenin cezasını yine Fenerbahçe çekecek.

Bir de Semih’e değinmeden geçemeyeceğim. Bu adamda acaip şeyler var, en kötü haliyle bile bir şekilde golü çekiyor. Dün oyuna girdikten sonra 10 dakika içinde 1 gol ve 1 asist yaptı. Ligdeki gol sayısını da 7’ye çıkardı.

Fenerbahçe’nin önünde oynayacağı çok önemli 4 maç ve alınması gereken 12 puan var. Bu 4 maçın en önemlisi ve en zoru ise Cumartesi günü Olimpiyat Stadı’nda oynanacak. O maçtan çıkacak 3 puan ve kazanılacak ivme ile devamının gelmesi durumunda Fenerbahçe ilk devreyi sezon başındaki şartlar düşünülünce çok iyi bir yerde bitirecektir.

Alex ve 3000. gol mü? Camia olarak hepimiz o golü onun atmasını çok istedik ve oldu. Sanırım olacağını biz de biliyorduk, o da biliyordu. Maçtan bir önceki gece Twitter’da “yarın 3000. golü......” yazmıştı. Benim artık onu anlatacak bir kelimem kalmadı. Onu canlı olarak izleyebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu çok iyi biliyorum ve artık sadece onunla geçen her anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum.

19 Kasım 2010 Cuma

Ah Cimbom Vah Galatasaray 1


Öncelikle, neden bu kadar nadir yazdığımla başlayayım. Abidik gubidik akla ilk gelen şeyi yazmaktansa, biraz bekleyip düşünmeyi severim. Ama gel gör ki, tam ve geniş kapsamlı bir fikir oluşturana dek konuyla ilgili şartlar değişiveriyor buralarda. Oluşturmaya çalıştığın fikrin daha hafta sonu gelmeden çöpe gittiği bir ortamda nasıl uzun vadeli çalışma yapılır, yapılsa da sürecin tamamlanmasına imkan olur mu? Çok güzel, pek harika 3-4 yıllık planlar yapıp bir-iki ayda bir değiştirdiğiniz sürece ne olur? Evet bu Galatasaray, ama değil sadece sporudur, futboludur, kötü niyetli planlar dışında bu bütün ülke değil midir? Herneyse, boyumu geçen sulara açılmadan hiç olmazsa, sabır... sabır... diye diye biriktirdiğim görüşlerimi sıralayayım sarı kırmızılarla ilgili. Az buz değil galiba. Madde madde sıralarken bütünleştiririm umarım.


Manisa maçındaki tribün tepkisine göre gidelim. Önce Ali Turan'a patladı taraftar. Bu adamın sağbek değil de stoper olduğunu Filipinlerdeki 14 yaşındaki FMciler bile biliyor. Sağbekte zorunluluktan oynadığını da. Dahası Türk seyircisi bu adamın Galatasaray'da oynamak için (!!) 6 ay futbol oynamadığını da biliyor üstelik. En formda dönemlerinde bile bazen sağ bek oynarken rakibin önünü kesebilen ve hızlı bir adam olarak (Kayseri'deki gibi düşük beklentiler önünde üstelik) vasatı aşamayan bu adamı ıslıklamak ve yuhalamak, mağlubiyeti, kötü futbolu onun üstünden doğru eleştirmek boş iş. Geçelim. Ortada stoper bölgesinin yedeğidir. Gökhan Zan'dan da iyidir bence.


Gelelim banko ve maç başına 1 asistle oynayan Servet'e. Manisa maçında gol yedirmesi de, top kayıpları da bildiğimiz Servet. Hangisi, iki Servet'ten kötü olanı. Bir ekstra Servet vardır, nasıl bu kadar iyi oynadığına inanamadığımız. Garip olan, şu ana kadar kariyerinde heralde 30-40 maç gördüğümüz bu ekstra Servet'in varlığı aslında. Çoğu Feldkamp döneminde, bir kısmı Sivas'ta, bir kısmı da Skibbe döneminde gördüğümüz Servet bu. Diğeri, son dönemde sık sık gördüğümüz, Fenerbahçelilerin gayet iyi tanıdığı Servet ise, aslında normal Servet'tir. Fenerlilerin "al bak size diyorduk" demek için zevkle parmak kaldırdığı Servet. Abimin ve birçok diğer Galatasaraylının daha gelirken öngördüğü, inanmadığı Servet. Hani "bana inanılan yerde..." gibi cıvık laflar etti ya. Aslında tam tersi. Kimsenin ona inanmadığı dönemlerde kendini ispat etmeye çalışan Servet'in futboluyla "beni ne Marsilyalar istedi de babam vermedi" Servet'in futbolu arasındaki farkı gördük. Son olarak Song ve Tomas da gol yedirirdi bu takıma, Popescu'yla Bülent de. Ama kimse akıllarının ve gönüllerinin konumundan şüphe etmedi, midesi bulanmadı. O Song ki mesela, Afrikalı bütün oyuncular kendisine kaptan ve baba olarak bakar, asla kendisiyle Galatasaray klubü arasındaki ilişkiyi yanlış yorumlayacak bir ego gösterisine girmedi, girmez. Kimse de Song'u yıllar sonra yavaş kaldığı pozisyonlarla, ıskaladığı hava toplarıyla filan hatırlamayacak. Ha neden bahsettiğimi bilmeyen varsa (bu bloga nerden yolu düşmüş bilinmez), son dönemde en aklı başında Galatasaray seslerini okuduğum Sorosçu Aslanlar'daki ilgili entry herşeyi açıklar sanırım.


Neyse ağzımızdaki acılığı biraz atalım da Cana'dan bahsedelim. Göklere çıkaracak, "işte bu uleeayn" filan diye gazlayacak değilim. Sakatlanmasın yeter. Ayrıca çok NET söylüyorum (fazla iddialı oldu bile) tek önlibero oynar, hele bu saatten sonra. Takımın kalan sezonda ne yapması gerektiğine dair keseceğim ahkamlar daha sonra. Ama Cana yanına Mustafa, Ayhan veya Barış olmadan da oynar. Baklava olur yani. Bekleri hücuma çok çıkarmadan ve evet pek modern zodern olmayan bir taktikte oynamalı takım. Neyse...

Genel olarak sıkça gözlemlendiği üzere kadroda belli bir kalite istikrarsızlığı, bir yedek sorunsalı bence de mühim. Bu sebeple belli bir 14-15-16 kişinin sürekli olarak birlikte oynadığını, birbirine alıştığını ve kaynaştığını görmedik şu başarısız 3 senede (ya da 10?). Mutlaka olmalı mıdır? Rotasyon gerçeği yok mudur? Vardır elbet, ama bir de kadronun temeli olur, hocanın oyun anlayışını taşıyıp, yanına yeni oyuncuları entegre ettiğin. Yok mudur yani? Birşey aradığım için mi böyle düşünüyorum? Peki şöyle baksak, (bize fazlasıyla uzay örneği olacak ama) ManU kalkıp da Giggs'in, Scholes'un, Neville'ın daha genç, daha trendy çocuklar alamaz mıydı ilk başarısızlıkta? Veya Lyon Juninho'yu yedek medek de olsa kadroda tutsa fena mı olurdu? Bilmiyorum, önemli de değil, yani bu yazının amacı da değil, beyin jimnastiği sadece..


"Gençleri oynatsın aabi!"
Tabi. Mutlaka. Lakin kim onlar? -Fark etmez aabi, bundan kötü mü olacaklar? Peki. Emre Çolak zaman alsın zaten, tamam. Bunu yaparken bir yandan da Serdar Özkan'a şıkır şıkır paracıkları vermeyeydik iyiydi ama neyse. Geçelim. Başka? Aydın Yılmaz mı? Hahayt, şaka heralde. Fener'de küfür kıyamet kariyerini devam ettirmeye çalışan Uğur Boral'ın yarısı eder mi? Genç takımlardaki başarılarının hatrına Abdullah Avcı'ya en az 1.5 sezonluğuna, mümkünse 2.5 seneliğine kiralık gitsin. 2-3 maç değil 20-25 maç ilk 11 oynasın da görelim 1. lig topçusu mu (bizde oynar mı demiyorum bile). 25 yaşındaki Mehme Batdal da genç oyuncu filan değil bu arada, medyada unutuluyor asıl yaşı. Cumhur'du, Anıl'dı, Cem Sultan'dı filan ben pek tanımıyorum. İyi şeyler yazıldığını gördüm arada bir bu oyuncular için. Ama kime göre, kimin karşısında iyiler kimse bilmiyor. Yani şunu diyeceğim bu konuda: Mehmet Güven. Övüle övüle bitmeyen Mehmet, sarı kırmızı formayı hiç bir alışında taşıyamadı ama Manisa'da belli bir standartta bir oyuncu işte. 10-15 maç iyi oynasa, kalkıp geri getirsek kendisini takıma, beklentim yine öncekinden fazla olmaz. Bu kim? Arda'nın "ben dahil jenerasyonun en iyi futbolcusudur" dediği Mehmet Güven. Demek ki bu kadar basit değil "gençleri oynatmak aabi", yanlış mı?

Daha önemli konuya gelelim benim gözümde. Bundan sonra, en azından bu sezon kaybedecek birşey kalmamışken, dizilişi, taktiği ve sistemi oyunculara göre basitleştirmek hikayesi bitsin. Onu oynayamıyorlar çünkü kalitesi yetmiyor takımın, o zaman daha yavaş oynayalım, bunu oynayamıyorlar çünkü pozisyon bilgileri sınırlı daha kalabalık olalım, şunu oynayamıyorlar çünkü geriye yardım etmiyorlar, giden gelemiyor, gelen gidemiyor. Eee, o aman 5-4-1 oynayalım, liberolu miberolu. Var mı ötesi? Takıma verilecek en güzel ceza, aynı oyuncuları yapamadıkları, beceremedikleri taktikte maç üstüne maç oynatmaktır. Yenilsin, yuhalansın, kahrolsunlar. Rezil olmamak için düzelmek, çalışmak, birbirine yardım etmek ve inanmak zorunda kalsınlar. Tek başlarına bir hiç olduklarını, sadece birarada herhangi birşey olabileceklerini ağlaya ağlaya anlasınlar. Şimdi düşününce kadro dışı bırakmaya prensip olarak karşı olan Rijkaard'ın da yaptığı buydu sanırım. Ama nerede o karakter, nerede o özeleştiri yapacak ego? Takım en iyi hücum futbolunu oynarken "bu ne yea geberdik, defansı kalabalıklaştırmak lazım" diyen gumbaklar varken. (Garibim, kıvırcığım stoper istedi durdu. Yahu en azından bu yaz kesin emindim, Neill'ın yanına sağlam bir adam alırlar dedim. Olmadı Ali Turan var, Hakan Balta var dedim de şu haliye Servet'in her maç 11 olacağını tahmin edemedim. Neyse Servet hikayesi değil bu.) Bu aslında "bu hoca da taktı bize" edasıyla kendini geliştirmek şöyle dursun geriye giden arka sıra öğrencilerinin hikayesi. Takım dediğinin bal gibi bir karakteri olur. Çirkefliğe de ulaşabildiği için Galatasaray'lı olmayanların gıcık kolduğu "o dönemlerde" takımın kazanan bir hırsı, bir takım bütünleşmesi veya ortak kavgası vardı. Sonuçlar ne olursa olsun Galatasaraylıyı üzen işte bunu görememektir. Yok Lincoln'ün iyi oynadığı 2-3 maçta, ya da 2008 şampiyonluğunda filan beni heyecanlandırmayan, umutlandırmayan, yarım sevinmeme yol açan da bu resimdir.

Olacak şey değil ya, yukarıdaki fantazimin (kimsenin maçası yemez bu camianın bugününde) amacı da budur. Bu karakteri kazanmak. Niye büyük futbolcu olduklarını ispat etmek zorunda kalsın, kurtarılmasınlar. Sen 350 gramlık yıldızsın, ben yarım kiloluk tartışmaları yerini 'nasıl takım olarak bu maçı kazanırız'a dönse, olgunlaşılsa egolardan sıyrılınıp. Kaynaşılsa, dostluklar gelişse. İyileşme süreci annem. "Hepsi gitsin doğru dürüst adamlar alalım, bu yabancılar hep isteksiz, sektürün gidün" takımı değil çünkü Galatasaray. Ya da değildi, eskiden. Vasat bir paralı Anadolu takımı gibi yönetilirseniz böyle Siirt Jet-Pa gibi, Uzan'ın İstanbulspor'u gibi de sonuçlar alırsınız. Florya'nın havasının bile formayı giyen topçuya kupa kazandırdığı günlerden geldiğimiz noktaya bak. 2000'lerdeki 3 şampiyonluk (ki zararları faydalarından çok olmuştur belki bunların) dışında 10 yılda 1 Türkiye 1 Süper Kupa var. İnanılmaz.

El netice, devre arası kesinlikle transfer yapılmasın. Tabi minik bir-iki tavsiyem var naçizane. Bir, Servet haliyle derhal bırakılmalı. Maliyet, gelir, fiyat düşünülmeden. Rıdvan Hazretleri ve diğer sanırım birçokları için milli takımın bankosu, bölgesinin en iyisi. Tamam, peki. Gitsin oynasın. Nerede isterse. Fener'e gitsin bize gol atsın, atıyorum Shakhtar'a gitsin, döktürsün, herkes birbirine "görüyor musun" desin. Umurumda değil. Uzatmak istemiyorum, lakin Servet'i alana yanında Gökhan Zan'ı da eşantiyon olarak versek, kofre accık daha pahalıya satılır, şahane olur.


Serdar Özkan'ın ise biraz kalıp Hagi tarafından tartaklanması taraftarıyım. Sıça döküle, azar yiye yiye oynasın bi 10-15 maç ak köt kara köt çıksın ortaya. Mustafa Sarp da sezon sonuna dek kalacaktır. Ne kadar az süre alırsa o kadar iyi. Hakan Balta stoper, Insua sol bek oynasın. Balta'nın yedeği de Ali Turan'dır.

Evet şu halde bile sadece Baroş oynayabiliyor olsa çok şey farkeder. Ama yoksa da Mehmet Batdal oynasın. Ne kaybederiz babuş? Pino ne kadar santrfor? Oyunu forse etmediğimiz Fener maçında 2-3 şut çekti diye oynatmaya devam edip de kalabalık savunma içinde tamamen kaybolduğunu gördüğümüz Pino'dan kötü olmaz Mehmet Batdal. Haa, ama Hagi illa da "bu ne lan" diye bakacaksa Batdal'a, genç ucuz ve hızlı bir yabancı oyuncu kassınlar devre arasında. Aynı ölçüde, Allah izin verir de Servet'le Gökhan'ı da yollarsak devre arasında, yaşlı bile olsa fark etmez, düzgün bir stopere para ayrılsa çok iyi olur tabi ama sezon hedefleri itibariyle olsa da olur olmasa da olur. Hatta transferi kimin yapacağına göre hiç olmasa daha da iyi olabilir.



Aslında bu yazının ana fikri tam da Misimoviç'in kadro dışı bırakılmaması denilebilir. Tekrar edip duruyorum ama kaybedecek birşeyi kalmadı takımın bu sezon. En azından senede 2-3 milyon kazanan adamlarını herşey tamamen berraklaşıncaya kadar oynatmaktır 20-25 maç. (Servet'i neden bir yana ayırdığımı bir daha nlatmama gerek yoktur herhalde). Hatta sonra da değineceğim üzere deli saçma bir hücum futbolu oynamaktır. Farklı galibiyetler, mağlubiyetler alınan, ama 1-0 yenip yenilinen, beraberlik alınan değil. 2 beraberlik bile fazladır kalan sürede (son anda beraberliği yakalayan biz olduğumuz senaryolar hariç). Önümüzdeki sezonun takımını oturtmaya çalışmadan, önce çok para verilen hücum oyuncularının neler yapıp yapamadığını en azından görecek kadar. Şu andan sonra koşuyor diye Barış'ı Elano'ya Sarp'ı Misimoviç'e tercih ederek hiç ama HİÇ kazanılacak şey yoktur.

Şimdilik bu postu burada kesiyorum ama elimde 2-3 posta daha yetecek notlar var. Onları da farklı başlıklarda toplayayım diye düşünüyorum. Şimdiden anons edeyim de fiyakalı olsun. Bundan sonra sırayla; kalan sezon boyun oynanmasını umduğum sistem ve mantalite, Adnanlar ve yönetim, 2011-2012 ile başlayacak Aslantepe'nin takımı, ve son olarak da tribün ve taraftar üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.