28 Eylül 2009 Pazartesi

Akçakaya Mevkii, Alaçatı - İzmir


Efendim Milano'ya ektiğimiz umutlar yeşermedi belki ama ivmeyi kaybetmeden başka bir sorti yaptık İstanbul'un dışına. İstanbul'la alıp veremediğim yok, diyecektim de, demiyorum anasını satayım. Var bi dolu çünkü. Aaa olur mu, İstanbul'a laf edilir mi diyor içimden bir ses, edilse de arkadaş ortamında konuşulur, öyle yazıya dökülmez. Sanki şehir küsecek bana. Oysa dediğim gibi "bu şehiiiir bana hep daral veriyor" aslında. Hakikaten çok severim filan bir yandan bütün İstanbullular gibi, lakin turist olarak gelip gitmek yaşamaktan daha iyi olur gibi geliyor artık bana. Neyse hem konu başlığı İstanbul değil, hem de prangaları kalın demirlerle bağlı arkadaşlara daha fazla antipatik olmak istemiyorum, zira ya yenilgiyi kabul etmek, ya da sevgilinin hatalarını görmezden gelmek durumundalar. Gelelim İzmir sularına...

Haziranın başında yaşlı ve sadık köpeğimle demirlediğimiz mekandan artık ufaktan ayrılma vakti gelmiş bulunuyor. 4 ay önce hiç bitmeyecekmiş gibi duran bir yaz mevsimi yedik bol karpuzlu, rakılı, espressolu, deniz tuzlu. Daha kimse gelmeden geçirdiğim 3 hafta gibi, şimdi de herkes gittikten sonra 1 hafta daha kalmam gerekti, biraz ihtiyaçtan biraz keyiften. Ben de bu arayı fırsat bilerek hem size hem de aslında galiba daha önemlisi kendime anlatayım azıcık bu yazı, burayı, şu ruh halini. Şimdi ama gidip kendime bi cafe latte yapayım, afyonum daha patlamadı zaar...

1 yorum:

Arkhe dedi ki...

E hoşgel artık bir zahmet..