23 Kasım 2008 Pazar

Birşeyler değişsin - Sarı-kırmızı versiyon


Yok yahu. Bu maç yüzünden değil. Fener maçı azabı da değil. Hoca, idari menejer filan da değil. Hepten rezalet bir düşüşe geçen Meira da değil. Tek santrfor-iki forvet, çift santrfor-iki kanat filan da değil dediğim. Bre nedir o zaman? Tam olarak bilmiyorum ama açmaya çalışacağım.

Fenerbahçe'nin ligi domine etmesini önlemek adına önemliydi Galatasaray'ın son üç şampiyonluğu (2002-2006-2008). Ama ne yazık ki bundan öte bir anlamları olmadı. Hatta eminim ki 2000'li yıllarda Fenerbahçe değil de Beşiktaş veya 4. başka bir takım yükselişe geçmiş, istikrar yakalamış olsaydı bu şampiyonlukların hiçbirine böylesine sevinmezdik.

Avrupa'da iddialı olmak bir fetiş değildir. Buna duyulan özlem aynı zamanda iyi futbola, sağlam ve istikrarlı defans ile verimli bir hücum hattına duyulan özlemdir. Sonuçlar ne olursa olsun taraftarın güvendiği bir takıma olan özlemdir. Bu sene bu yüzden iki maçtan sonra heyecanlandık Galatasaraylı olarak, Olympiakos ve Benfica maçları tabi ki. Gruplardan sonra göreceğiz bu karşılaşmaların bu takımı ne denli doğru yansıttığını. Şu an gördüğümüz takım ne hücum edebiliyor ne de geride güven veriyor. Ne baskısı var dile getirilebilecek; ne duran top meziyeti; ne takım, hatta tribün ruhu. Fenerbahçe maçından sonra filan olmadı bu. İşte Süper Kupa, işte Eskişehir maçı, işte Bursa maçı vesaire. Ya da ne bileyim, diyelim ki takım toparlanmıştı tam, Kadıköy'de moraller bozuldu. Pardon ama üzüntülerine cevabın hırslanmak ve daha çok çalışmak/istemek değilse (hele daha kasım ayında) işin çok zor. Şeytan Rıdvan dalga geçiyor 'ruh' lafıyla. Ben naçizane yanıldığını düşünüyorum. İstersen ruh deme başka şey de adına ama zafer ile yenilgi arasında çok zaman santimetreler vardır, işte o ekstra iki santimi dişini sıkarak yakalayan takımı illa ön liberoyla, santrforla filan anlatamazsınız. Maç maçın ardından, pozisyon pozisyon ardından o ekstra santimi almaya şartlanan takımı arıyor benim de gözlerim. Sene başında da buna değinmiştim. Yetenekli oyuncular ama yadırgıyorum demiştim. Yadırgadığım buydu. O ekstra santimetreyi kovalasınlar diye Fatih Terim'in yaptığı kimi motivasyon hareketlerini ti'ye aldık, eleştirdik, demode dedik vesaire. Kendimize göre de haklıyız, ki İsviçre maçı bu eleştirilerin vücuda gelmesidir. Yalnız kaç kez farklı farklı futbolculardan duyduk ki onlar da kendilerine bunu yakıştırıyorlar. Bir özeleştiridir ama doğru tespittir futbolcular adına "biz de böyleyiz işte" demeleri. Fatih Terim'in hareketlerini Fenerliler, Aziz Yıldırım'ın tekmeyle soyunma odasına girmelerini Cimbomlular konuşur. Lakin bu iki adam Türk futbolunun (en parlak) son 15 senesine damga vuran '1 numaralar'.

E ne peki bu mudur? Fatih Hoca mı gelsin başımıza geri. Yok mersi almayalım. Ama birşeyler değişsin. Geçen sene itin kıçına sokulan Feldkamp birşeyler yaptı, yaptı yapamadı, yaptırılmadı vesaire ama kritik birşey vardı, kim oynar kim oynamaz takımda farketmeden belli bir disiplin, istek, tempo vardı. Savaş vardı, direnç vardı. Ne yoktu, kalite pek yoktu, golcü aslında yoktu. Bunları da Avrupa'da gördü alenen. Öte yandan, bu sene isterse Lincoln 18 gol 18 asistle bitirsin ligi, 9-10 deplasman mağlubiyetinin yanında ne faydası kalacak o sayıların? Lincoln'e çıkarmıyorum faturayı, yanlış anlaşılmasın. Ama kazançlarıyla kayıplarının muhasebesini yapsın Galatasaray. Zaman ihtiyacı var diyorduk, ki vardı. O zaman geçti, birşeyler oturmaya başladı gibi geldi Benfica maçı sonrasında bu sefer de ateşi düştü takımın. Birşeyler değişsin. İlla ruhsuz ile beceriksiz arasında kalmayalım artık. Belli bir seviye yakalansın. Tek derdim bu. Samimi olarak söylüyorum bu sezondan tek dileğim budur. Dördüncü beşinci olalım ligde farketmez (diyeceğim de, bu denge yakalandı mı bu ligde aşağıda kalmak imkansız olur zaten), şampiyon olup da Şampiyonlar Ligi'ni kaçırmışız zaten, bu sene şampiyonluğu da kaçmak üzere, önümüzdeki sene aynı meymenetsiz takımı seyretmeyecek isek gerekirse 12. olalım. Ne fark eder?

Hiç yorum yok: